Bir Antik Yunan filozofu şöyle demişti: Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz. Bunun anlamı şudur; "Şeyler" asla ve asla aynı kalmaz. Ya onu kullanan özne değişmiştir ya da kullanılan nesne. Biraz daha açmak gerekirse aynı şeyleri aynı şekilde yaşamak mümkün değildir. Diyelim ki bir nehre yıkanmak için giriyoruz... Yıkandık ve çıktık. Aradan birkaç gün geçti ve tekrar aynı noktada yıkanmak için tekrar aynı nehre girdik. Oradan yine su aksa da biz yine de aynı noktada yıkansak da önceki yıkandığımız kişiyle aynı değilizdir. Bir değişime uğramışızdır önceki yıkandığımız süreyle şimdi yıkanacağımız zaman arasına. Hiçbir şey bir kere daha fazla yıkanmış olarak gireriz aynı nehre. Ki su bile değişmiştir, aynı kalmamıştır, başka su akıyordur. Yıkandığımız su akıp giderken arkasından koşup tekrar o suyla yıkanmak istesek bile, o koşumuz farklılık yaratacaktır. Öncekinde koşmamış biri olarak yıkanırken, sonrakinde koşmuş biri olarak yıkanırız. Hülasa, durmadan değişime sahip bir akış var. Bu anlattığım bir kenarda dursun. Anlatmak istediğim şey için iyi bir metafor olacak.

   Türk şiirinin bugünkü durumunu incelediğimizde görüyoruz ki; çoğu merkez dergi 1980'lerde ve hatta üzülerek söylüyorum ki 1940'larda yazılan şiirlerin bir başka örneği gibi ürünler yayımlıyor. Aradan bunca yıl geçmişken nasıl oluyor da bugünün şairleri 1940'ta yazılan şiirlerin duygusunu taşıyan şiirler yazıyor anlamak mümkün değil. Nehir aktı, su gitti. Başka bir yol bulmak iktiza eder. Kendimizi yeni suyla yıkamamız mesela.

   Bu, şu kötülüğü de beraberinde getiriyor: Bir dergi, bir yayım politikası güderek eserler yayımlıyor ve seçtiği eserler kendi anlayışına uygun eserler oluyor genellikle. Sanatçı, bu noktada, yayımlanmayı önceliği yaptığı zaman (ki şiire yeni başlayanlar için çok büyük bir tuzaktır) sanat anlayışı gitgide körelir ve bir dergiyle yahut bir mecrayla mündemiç bir sanat anlayışı oluşmaya başlar. Düşüncesinin yönlendiremeyen sanatçı; başkalarına öykünerek onların sanat anlayışına göre bir yapı oluşturur ve kendi olmaktan çıkar. Halbuki bir sanatçının büyüklüğü kendi olabildiği müddetçedir. Hiçbir isim yoktur ki Türk şiirinde, yancılık yaparak kalıcı olabilsin. Garip şairleri başlangıçta ortak anlayışta şiir yazarken sonrasında hepsi kendine bir yol açmış ve oradan ilerlemişlerdir. İkinci Yeni'yi düşünecek olursak belki anlatım teknikleri bakımından ortaklık bulabiliriz ama oradaki her ozan kendine ait bir ses bulmuş ve onu devam ettirmiştir. Kendi sesini bulamayan ozan ise bir şahıs olarak değil bir olgunun alt başlığı altında bir yerlerde kalmıştır. Sanat, kendi sesimizi bulabildiğimiz ölçüde vardır. Bu güzel konuyu haftaya daha da açacağım.