Bu hafta sonu daha önce okuduğum kitaplara geniş çaplı bir göz attım. Kinyas ve Kayra’da bir cümlenin altını çizmişim: “Kendini hiçbir yere ait hissetmeyenleri iyi bilirim, her yere aitmiş gibi davranırlar.” Bu cümle bir kenarda dursun.

  Ev sahibi olmak, bir mahali yurt edinmek, bir yere ait olmak…

  İnsan, hayatını idame ettirmek için çeşitleri roller yapar. Kimi zaman sevmediği şarkıları dinler, kimi zaman gücüne gider işleri yapar. Bu insan eylemlerinin saiki toplum tarafından dışlanmamak, toplum tarafından kabul görmektir. Çünkü tarih boyunca bize kargışlılar hep ibret verilsin diye anlatıldı.

  Bizler bir yeri yurt saydığımızda kimliğimizi tanımlamış oluyoruz aslında. İnsan tanımlandığı yere aittir ve ait olan insan tanımlandığı yerdir. Bu aitlik insanın kendi başına var olmasını engeller. İnsana roller ve kimlikler biçerek bir toplumun, güruhun arasında eritip onu birey olmaktan çıkarır. Artık birey olmaktan çıkan kişi bir toplumun bir parçasıdır sadece. Özgünlüğünü kaybetmiştir. Kendi adı yoktur. Kimliği bir başkasının altında ancak tanımlanabilir.

  Sosyologlar yıllar boyunca İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözüyle hareket ettiler. Ama bir sorunu da gözden kaçırdılar: Kaderine razı olmak istemeyenler. Nasıldı İsmet Özel’in o dizeleri? “Evet, ilmektir boynumdaki ama ben/Kimsenin kölesi değilim/Tarantula yazdıkları diye boynumdaki yaftaya/Tarantulaymış benim adım diyecek değilim.”

  Kaderine razı olmayanlar yeni bir kimlik yaratmak isterler ya da tüm kimliklerden kurtulmak. Herhangi bir coğrafyada yaşayan kişiler için bu mümkünse de dünyanın ruhi olarak enerji alanlarının üzerinde yaşayan kişi için sancılıdır. Amerikan, Kanadalı, Sırp biri için bu süreç elbet kolaydır ancak bir Rus, bir Türk, bir Hintli bu süreçlerden çok ağır yaralar alarak çevrimini tamamlar.

  Çünkü bu saydığım topraklar öylesine savaş görmüş ve bu topraklara öylesine anlamlar yüklenmiş ki kendisini başka kavramlarla tanımlatmaya alan bırakmamıştır. Bu saydığım toprakları sevmek için ya milli duygular beslemek ya da dindar duygular hissetmelidir insan. Ve eğer bir kimlik üzerinden tanımlanma sürecine girecekse bu iki mefhumu kullanarak ancak kimliğini var edebilir. Bizzat bu kimliklerden birinin içinde olmasa bile tıpkı “Kant öyle bir çizgi çekmiştir ki onsuz felsefe yapılamaz. Ya Kantla beraber ya Kant’a karşı felsefe yapılır.” vecizesindeki gibi ya bu kimliklerin içinde var olabilir ya da bu kimliklere karşı olarak bir tanım geliştirebilir ancak bu kavramlar olmadan bir tanım geliştirmek mümkün değildir.

  Bir filmde görmüştüm: Adam, kadına: “Ne istiyorsun?” diye soruyordu. Kadın, “Özgürlük” deyince adam, “Özgürlük nedir?” diyordu. Kadın, “Özgürlük: hiçbir yere ait olmamak, hiçbir şeye ait olmamak, hiçbir kimseye ait olmamak.” demişti.