60’lı, 70’li yıllarda Anadolu’nun köylerinde yaşanan altın yıllar, bir daha hiçbir zaman hiçbir yerde yaşanamayacak insanlık ve mutluluk hatıralarıyla gönlümüzün en güzel köşesinde yerini aldı.

Ben bu yılları Karadeniz’in dağlık bir köyünde yaşayan şanslı insanlardan biriyim.

Köyde hayatın her anı bir mutluluk demeti olarak yaşanırdı. Anne, baba ve kardeşler günün tamamını birlikte geçirirdi. Bazen uzun süreli dede ve ninelerimiz de ayrı bir renk katardı mutluluğumuza.

Bu yıllarda gurbet, özellikle Almanya bir daha asla bu mutluluğu ve huzuru yaşayamayacak olan insanları bir bir alıp götürüyordu hayatımızdan.

Aile bireyleri arasına girebilecek ne bir televizyon vardı, ne de bir cep telefonu.

Tarım, hayvancılık ve ormanla geçimini sağlayan aileler, aile içi iş bölümü ile her birey mutluluk zincirinin bir halkasını oluştururdu.

Bu zor coğrafyada komşu dayanışması zoru kolaya, umutsuzluğu umuda çevirirdi.

İşlerin birçoğu türküler eşliğinde komşularla birlikte yapılırdı. Tarlaların bellenmesi, fındığın toplanması, ekin ekilmesi, mısırın soyulması, çayırların kesilmesi ve taşınması…

Gönülden birbirine sevgiyle bağlı bu insanların oluşturdukları mutluluk Dünya’sında her kes herkesin bir parçasıydı.

Kış aylarında iki metreyi bulan kar yığınları üzerinde oynamak hayatımızın en mutlu anlarıydı.

Yemek zamanı tüm aile yuvarlak ahşap bir sofranın etrafında sıralanır tek tabaktan herkes mutluluk çorbası yudumlardı.

Beslediğimiz hayvanlar ise hayatımızın bir parçası, ailenin bir üyesi ve mutluluk demetinin ayrı bir rengi idi.

Duvarda asılı resimli ülkü takvimi ise her akşam sınavımızın soru kaynağı olurdu.

Uzun kış gecelerinde komşular bir evde toplanır geç saatlere kadar sohbet ederlerdi. Zengin, fakir yoktu. Herkesin evinde aynı yiyecekler, aynı eşyalar vardı.

Çarşıdan sadece gaz, tuz, eza, çay ve şeker alınırdı. Hamsi ise haftada birkaç kez sofralarımızın vazgeçilmezi olurdu.

Soğuk kış gecelerinde sobanın etrafında bir post üzerinde yaptığınız şekerlemenin tadını ise bugün kuş tüyü yatakta bile bulamazsınız.

Bir de değirmenler vardı hayatımızda. Çoğu zaman sevgilimizle buluştuğumuz, bir taşın üzerine oturup dereye taş attığımız. Sevgilimizle biraz daha zaman geçirelim diye nöbetimizi başkalarına verdiğimiz.

Akşam olunca radyo açılır önce ajans dinlenirdi. Sonra yurttan sesler topluluğunun gönüllerimize nakış nakış sevgiyi işlediği türkülere hep birlikte eşlik ederdik.  Bir de radyo tiyatrosu vardı, hikayelerini ve oyuncularını hala unutmadığımız.

Tüm insanlar bir daha asla yaşanamayacak olan bu altın yılların mutluluk yağmurlarının birer damlası olurdu. Her iş, her zorluk, her sevinç, her mutluluk herkesindi.

Anamın süt makinasının, döğülen tırpanların ve harmandaki kösre taşının sesi ise kulaklarımda hala en güzel şarkılarını söylüyor.

Bahar geldiğinde başka bir hayat başlardı buralarda. Menekşeler bütün çimenleri bir gelin gibi süsler, guguk kuşu ise her sabah bizi uyandırırdı erkenden.

Yaz aylarında başka bir perde açılırdı hayatımızda. Hepimiz için hala bir cennet hayatı olan ve üç, dört ay sürecek yeni bir mutluluk mevsimini yaşardık.

Gurbetçiler genelde yaz aylarında gelirdi. Ayrım yapmaksızın herkese bir hediye getirirlerdi. Bir yıl boyunca yaban ellerde eşe hasret, çocuğa hasret, anaya, babaya, vatana hasret olarak geçirdikleri günlerin zorluğunu burada geçirecekleri bir ayda unuturlar ve burada yaşanan bu mutluluğun bir parçası olurlardı.

Köy okullarında yüzlerce öğrenci vardı bu yıllarda. Bu çocukların büyük bir bölümü üniversiteler bitirmiş, meslek sahibi olmuş ve Anadolu’mun her köşesinde bu vatana, bu millete en iyi şekilde hizmet etmişler, etmeye devam etmektedirler.

Sarptır bizim yamaçlar, yokuştur, bayırdır. Daha emeklemeye başlamadan zorlukla mücadele etmeyi öğretir sana. Çalışmayı öğretir küçük yaşlarda. Kadın, erkek, çoluk, çocuk herkes her işi yapabilecek bilgi ve beceriye sahiptir.

Bugün 60 yaşını geçmiş ve çocukluğunu bu coğrafyada geçirmiş insanların tamamı hayatının altın yıllarını geçirmiş olduğu bu coğrafyayı hiç unutmadı. Yokluğun ve zorluğun üstesinden birlikte gelindiği o yılların huzurunu bütün bir ömür boyu hiçbir makam, hiçbir mevki bu kuşağa veremedi.

“İnsanın anavatanı çocukluğudur’’ derler. Biz anavatanımızda sevgiyi, saygıyı, paylaşmayı, hoşgörüyü, çalışmayı öğrendik.

Biz anavatanımızda özgürlüğü, vatan, millet, bayrak ve ezan sevgisini gönüllerimize nakış nakış işledik.

Hepimiz bir ömrü anavatanımızda öğrendiklerimiz üzerine inşa ettik.

Hayatımızın tamamına baktığımızda ömrümün altın yıllarını bu coğrafyada geçirdiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.

İnsana, insanlığa, dostluğa, kardeşliğe, paylaşmaya dair her şeyi içerisinde barındıran o altın yılları her geçen gün daha çok özlüyorum.

Hoşça kalın, sevgiyle kalın.