Kuranın bize tarif ettiği, aziz peygamberimizin yaşadığı ve Rabbimizin ‘muradı ilahisi’ diyebileceğimiz bir kavram olan  ‘iman’  aslında yaşamın kalitesini tanzim eden bir niteliğin tanımıdır.

  Yunus’un ifadesiyle  “Canlar canını, ballar balını” bulmaktır. Güvenmek anlamına geldiğinden, bir ikna oluşun ifadesidir aynı zamanda.

  (Enfal suresi 2.ayetine bakılabilir) İkna oluş durup dururken meydana gelmiş bir tutum ve tavır değildir. Zorlu zahmetli bir süreci gerektirir; ama bir o kadar da bereketli bir tefekkür çilesini barındırır içinde.

  İkna oluş sonrasında, ikrar edişle devam eder bu süreç. Böylesi bir çilenin örneği olarak, yumurtadan çıkıp fıtratının gereği denize ulaşmak için beş on metrelik, tehlikelerle dolu yolculuğu hayatının devamı için göze almış bir kaplumbağa yavrusunun hedefine kilitlenmiş hali gelir aklıma. Bu çilenin ve çabanın sonunda ferahlık ve güven vardır. Hayatı, bu ciddiye alış yaşanabilir kılacaktır.

  Yaratılışı fıtratın gereği gibi okumaktır asıl amaç ve vahyin ‘Oku’ kelimesi ile başlamasının hikmeti de bu olsa gerektir. ‘Oku’ emrinin henüz ‘Kitap’ inmemişken telkin edilmiş olması başka nasıl anlaşılabilirdi?

  Şaşkın ve yamuk bakışı tamir etmek, ona yepyeni bir çerçeve kazandırmak ve Allah’ın istediği ölçülerde tutmak için gönderilen peygamberlerin tutum ve davranışlarını da bu açıdan değerlendirmemiz gerekecektir.

  Zaman içinde asıl adresi unutarak, tabir yerindeyse ‘otobandan’ ayrılarak kuytularda zaman kaybetmesi ve ara yollarda şaşırıp kalması sonrasında, insanlığın yeniden asıl istikamete yani Kuranın tabiriyle ‘Sıratı müstakime’ yöneltilmiş olması ve asıl makamına yükseltilmesi şeklinde açıklamak mümkündür.

 Hayatı her birey, inansın inanmasının kendi güdüleri, değer yargıları, inancı ya da inançsızlığı, fıtrat bilgisi ya da koyu cehaleti, basiretsizliği veya ufuksuzluğu ile birlikte yaşayacaktır. Ancak gerçekten bu yaşadıklarını anlamlandıracak mıdır?

 Bütün bunlara tat veren, anlam katan duygularıyla beraber yaşayabilecek midir bunu? Hisseden bir kalple ruhen tekâmül edebilecek midir?

Bu yönde kendisine rehberlik edecek olan akıl nimetinin farkına varabilecek bir ince görüş sahibi olacak mıdır?

Doğru adresi şaşırmış olan insanın, zaman zaman kendine zarar verdiğini, zulmettiğini ve kendisini zavallı bir halin parçası haline getirdiğini göre göre öğreniyoruz bunu.

Gerçek adresi şaşırmış olan insanın, böceğe, ineğe, çiçeğe kurda, kuşa güneşe Ay’a velhasıl tabiatın insana hizmetle görevli unsurlarına secde ederek kendisine nasıl da yazık ettiğini, küçük düşürdüğünü ve yaratılış amacına aykırı davrandığını fark ettiğinde belki de çok geç olacaktır.

  Tesadüfen(!) yaratıldığı fikrine (ki maddeci tasavvurun tezidir) saplanıp kalmanın ruha azap veren serüveninde, üşengeçliğin, kaçmanın farklı bir tanımı olan deist körlüğünü izah edemeyen hakikate nasıl ulaşabilecektir?

  Kolundaki saatin bile bir ustası varken, bu saatin tüm unsurlarının rastgele alaycılığına kurban edilmesi, hakikat arayışında ciddi bir engel olarak karşımıza çıkacaktır.

  Hayatı bu dünyanın sınırlı sorumluluğuna göre değil, sonsuzluğun ve nihai kararın verileceği bir başka âlemin de hesaba katılarak okunmasıdır asıl amaç.

  Kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Amacım nedir? Beni kim yarattı? Ölüm nedir ve ölümden sonra ki yaşam vb. sorularıyla aslında gerçek bir arayışı başlatır, sürdürür ve sonuçlandırır. Bu sadece basit bir felsefi soru cevap silsilesi değildir. Bu kutlu arayışın ipuçları soruların cevabındadır. Kimin neyi arıyorsa onunla buluştuğu noktada son bulur.

Cevapları fıtrat özelliklerinde bulunabilecek soruları sormak kutlu bir arayışın belirtisidir.

Aslında, hayatı okumak için aramak ve ikna olmak lazımdır; çünkü iman ikna olmaktır. İkna olmadığınız şey imanınız olamaz. Arayış bir adayışa götürecekse anlamlıdır. Onun dışındaki çabalar kaçıştır, gören körlüktür. Hatta nankörlüktür.

  Arayanın arama sebebine göre değişecek bu nitelik sonucunda bir sebebi sayılacaktır.