Ayna ayna söyle bana; benden güzeli var mı bu dünyada..

Diyerek başlamış peri masalları, hikâyeler. Çocukluğumuzun masum hayal dünyasını süslemiş. Kimi zaman iyiliğe, şansa, kimi zaman kötülük ve uğursuzluğa alet olmuş..

Gerçekte ise insanın ilk aynası doğa olmuş…

Su, doğal taşlar, madenler birer yansıtıcı olarak kullanılmıştır. Eski mısırda bakır parlatılarak yapılan ayna, Çin’de bronzun parlatılması ile ayna olarak kullanılmış.

İ.Ö 5. yüzyıla baktığımız da antik kap kacaklarında saplı, ya da ayaklı, küçük, parlak kimi zaman sırtları mitolojik sahnelerle süslenmiş aynalar olarak karşımıza çıkmış.

16. yy modern aynaya en yakın aynanın Fenikelilerin bulduğunu, Venediklilerin ise geliştirdiği düşünülmektedir. Bu bilgiyi elinde tutan Venedikliler, senelerce sır gibi korumak için ciddi yaptırımlar uygulamıştır. Bir dönem ayna imalatını kendi ülkelerinde de üretmek isteyen Fransızlarla ciddi sorunlar yaşamışlardır.

Döneminde ayna işi ile uğraşan ustalar sanatçı olarak görülmüş, soylu kızlarla evlenmelerine müsaade edilmiş özel olarak korunmuş, hatta yaşadıkları yerin prensinden imtiyaz aldıkları bile olmuştur.

12 ve 13. yüzyıllarda Anadolu’da ise, teknikleri ve süslemeleri bakımından birbirine benzeyen Selçuklu aynalarının kullanıldığını Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinden öğreniyoruz. Bu tür aynalar, İran, Mezopotamya, batı Türkistan’da da görülmüştür.

M.Ö 6000 yıllarına ait bir ayna da Çatalhöyük kazılarında bulunmuştur. Bu da demek oluyor ki hangi dönemde olursa olsun ayna görevini görecek bir malzeme bulunmuş ve kullanılmış.

Bir aynaya sahip olmak neden bu kadar önemliydi? ...

İnsanoğlu neden bu kadar aynayla hasbihâl olmuştu acaba?

Kendi güzelliğini seyretmek, kendini beğenmek, nasıl bir şeye benzediğini merak etmek, kusurlarını kapamak ya da düzeltmek için mi?

Ayna tehlikeli bir güce sahiptir. İnsanın aynada kendine bakması, seyretmesi kibirdir.

Kendine âşık olan insan, yaradanın yüceliğini unutur. Benlik savaşına başlar. Oysa alçakgönüllülük insanı yaradanına yaklaştırır.

Sokrates’de aynalar ‘Kendini tanı’ düşüncesini destekleyen bir objedir demiştir.

Güzelsen buna layık mısın?

Çirkinsen bunu düzeltip, eksiğini tamamlayabiliyor musun?

Aslında düşündüğümüzde şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Aynaya baktığımız da kendimizi ayan beyan görüyoruz. Birebir…

Yalan söyleyene, sarhoş olana, öfkeliye, sahtekâra, kahpeye ve daha nicelerine ayna tutmak gerekir ki nasıl göründüklerini görmeleri için.

İnsanların kendilerini hangi ruhani suratla gördüklerini görürlerse belki de ayna karşısındaki siluetlerinden utanarak doğru yolu bulurlar…

Bunun tam aksini; doğru, güzel, alçakgönüllü, vatansever ve daha nice güzel meziyetli insanı da mümkün mertebe aynadan uzak tutmak gerekir. Aynadaki o güzel ruhani silueti gördükten sonra nefsine yenik düşüp kibir ve benlik davasına yakalanmasın diye…

Ayna, doğru kullanıldığında eksiklikleri tamamlamamız, hataları düzelmemize yardım eden eğitici bir araç gibidir aslında yeter ki kullanmayı bilelim.

Peki aynamız yok ise…

Rahmetli annemin dediği gibi; ’AYNAN YOĞİSE,KOMŞUNA BAK’…

Görmek ya da görünmek istediğinize ulaşabilmeniz dileğiyle…

Sevgi, saygı ve mutlulukla