Taptuk Emre’nin Yunus Emre’ye nasihatidir bu başlık.

Kısadır ama özdür. Sadece bir tarikat dersi değil, bir insanlık ödevidir.

Nefsi ıslah etmenin yöntemidir.

Bilginin, hikmetle yoğrulmuş, irfanla harmanlanmış halidir.

Sekiz asır sonra bile taptaze bir hakikat damlasıdır.

Bugün hala o samimiyetin özlemi ile kavrulur dururuz.

Zamanın cesur cahillerinin hışmından bir an olsun kaçmak için bir korunaklı köşedir.

Gün geldi, devran döndü, bu berrak pınarın suyuna acılık karıştı, tadını bozdu. Çöplerini kıyısına bırakıp kaçanlar arkalarına dönüp bakmadılar.

   Dinin en mukaddes değerlerini şahsi çıkar ve ihtiraslarına alet edenlerle mücadele dünün meselesi değil. Akıl ve irade işlevsiz hale gelirse nasıl bir istismar alanında cirit atacaklarını onlar da biliyorlardı. Ve öyle de yaptılar. Doymaz bir iştah ve iflah olmaz bir hırsla hem de.

Sormadan, sorgulamadan ne verirlerse koy sepete türünden pısırık tavrın mistik uyuşukluk olduğunu anlamak bazen acı tecrübeleri yaşamayı gerektiriyordu, anladık.

Koyu bağnazlığın ve  “hakikatin biricik temsilcisi benim” egoizminin şişirdiği, beslediği duygusal coşkunluk, tarif edilemez bir kibir ve ukalalık şeklinde tezahür etmiştir günümüzde.

  Tahrifat öyle bir seyir takip etmiştir ki, haşa, Allah’a ve peygambere din öğretir gibi, sahte bir özgüven patlaması ve şımarıklığına yuvarlamıştır onları.

Sufi bakış açısının “ilham ve keşf anlayışı, adeta hüküm koyucu bir karaktere bürünerek Kuran’ın aslında zahiri değil batıni yorumlarının esas alınması gerektiği konusunda tam bir taassup sergilemişlerdir.

“Kabirde sual edilirken, ben filanca tarikatın filanca koluna mensubum ”dediğinde o kişinin hiçbir sorgulamaya uğratılmadan derhal salıverileceğini anlatan ve bunu müthiş bir bilge kahraman(!) edasıyla haykıran taassup fedaisi(!), kitlelerin bu cehalet ve hezeyan karşısında kendisine hiçbir şekilde itiraz etmeyeceklerinden de o kadar emin ve rahattır.

Bu hurafe üretim çiftlikleri, gece gündüz fazla mesai yaparak sıhhat derecesi bilinmeyen, Kuran’ın gerçekleriyle taban tabana zıt nice sözü Hazreti Peygamberin hadisi diye insanların yüzlerine söylemekten asla çekinmemişlerdir.

Tabii bu arada, ikilemde bırakılıp, aklı bloke edilen, aradığı cevaplara bir türlü kavuşamayan samimi müminler, ciddi bir soğuma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmışlardır.

Bu durum sürdürülebilir bir hal olmamakla beraber bir ümitsizlik anlamına da gelmez; ancak ne var ki, şikâyetçisi olduğumuz mevzuun sağlıklı bir zeminde anlaşılabilmesi için uzun vadeli bir çabaya ihtiyaç vardır.

Toplumsal yozlaşma, sadece günün meselesi değildir. Aslında kuluçka dönemini tamamlamış habis bir hastalığın işareti olarak anlaşılmalıdır.

Tedaviye engel olan direnç noktalarında ise umursamazlık bencillik, menfaatçilik, şekilcilik, riyakarlık ve doymak bilemeyen bir şişkin egoya rastlamak mümkündür.

Muhafazakâr bir toplum olduğumuz iddiamızın ciddi anlamda kan kaybı yaşadığı gerçeğini kabullenmekle işe başlamak lazımdır.

Surete(şekle) değil, sirete (iç güzellik, ahlak) odaklanmak gerektiği bilinciyle çalışmak gerekir. Adresin şaştığı durumlarda insanın nasıl bir dramatik temsilin konusu olduğunu tahmin etmek güç değil. Kurda,  kuşa, ineğe,  böceğe,  sineğe, kurban giden insan onurunu o bataklıktan çekip çıkaracak , “Kelime’yi tevhit” hakikatine ulaştıracak çabaların değerini daha iyi anlıyoruz şimdi.

Allaha davet edenden daha güzel söz var mı?(Fussilet.33) diyen Kuran’ın aksine, kitleleri kendilerine köle edip sömüren, kendilerini kurtarıcı ilan eden istismarcılar, patlamaya yüz tutmuş egolarının altında ezileceklerdir.

Bu “mistik derebeyleri” önlerinde, yanlarında, karşılarında iki büklüm olmuş insanların varlığından o kadar haz duyarlar ki, sıraya dizilmiş ve el etek öpme kuyruğuna sokulmuş olmalarından da rahatsız olmazlar.

Her biri neredeyse Mehdi ilan edilerek dokunulmazlık zırhı edindiği fikriyle gün geçirir.

“Sizler seyitlere köle olmakla memursunuz” diyerek köleliği kaldıran mübarek dine bühtan etmekten de utanmadan sohbet eder.

“Cehaletinizi balla kesiyorum” ama o öyle değil, sanki böyleydi demeniz aforoz(!) edilmeniz için yeter sebeptir.

Kendisinden olmayanı, aynı düşünmeyeni çöplük ilan edebilirler.

Uydurduklarını” Hadis” diye pazarlayarak,  aziz peygamberimize iftira etmekten bile çekinmeyen ve şöhretten sarhoş olmuş perişan tiplerdir.

“Bildiğini bilme bilmediğini bil ”diyen engin tevazudan nasipsizdirler.

“Dervişlik olsaydı tâc ile hırka / Biz dahi alırdık otuza kırkadizelerinde ki samimiyetin muhatapları olmayı  Mevla  nasip  eylesin.