Bir zamanlar bu diyarda şirin mi şirin bir sahil kasabası varmış. Öyle kalabalıkta değilmiş hani. Kasaba halkı birbirini tanır, kimin hangi köyden, Kimin nesi olduğunu bilirmiş.

Kasaba doğal zenginliğinin, konumunun ne kadar önemli olduğunun farkında olmadan, bereketli topraklarında ürettikleri ürünün güzelliği ve bolluğu ile elde ettikleri kazançla huzurlu, mutlu ve saygılı yaşarlarmış…

Kasabaya yeni gelip, bir mahalleye yerleşenden o çevrenin haberi olur, hatta o ev halkı gelmeden tüm bilgileri bile kulaktan kulağa yayılırmış.

Zira gelen kişinin mutlaka bu kasabada bir tanıdığı olur ya da memuriyetle gelir, oturacağı ev, mahalle sakinlerine gelecek aile ya da memur hakkında malumat verilirmiş. Kimin nesi, ne iş için gelmekte, mizacı nasıl gibi.

Bu aslında toplumun kendi kendine oluşturmuş olduğu, huzur ve güvenlerini sağladıkları bir nevi adet edindikleri bir sitemmiş.

Bu kasabanın gençleri, mahalle delikanlıları varmış. Mahallede onlardan habersiz kuş uçmaz, Asayiş berkemalmiş.

Hıdrellezde, bahar bayramında birlikte eğlenir, birlikte oyunları, kutlamaları olurmuş. Saygı ve sevgi ile.

Babam anlatır; Kızım 1950’li yıllarda biz mahalle arkadaşlarımızla Yalova sahiline piknik yapmaya, denize girmeye mahalle arkadaşlarımızla kızlı erkekli gider, sonrasında mahallede grubun içindeki kız kardeşlerimizi evlerine bırakırdık saygı ve güven vardı. Herkes birbirini tanırdı. Bir de komşu kızı kardeş sayılır, yan gözle bakılmaz, korunup kollanırdı.

İnsanları, birini tanıtırken, şunun torunu, bunun gelini, bizim kamyoncu Rıza’nın oğlu diye tanıtırdı.

Bu kasabanın güzel geleneklerinden biri, herkesin yaptığı işle alakalı, tabiri caizse bir kartviziti vardı.

Nalbur Hikmet, Boyacı Sedat, Kunduracı Seyfi, Semerci Nuri, Manav Şükrü, Yağcı İsmail, Şeytan Kemal, Otobüsçü Efe Yaşar, Hacı Galip, Simitçi Hamide, Tenekeci Mustafa ,Yıldırım Kemal, Toptancı Yılmaz Üstem, Marangoz Şükrü ,Oduncu Hüseyin ve daha nice bu kasaba da güzel isimlerini bırakmış büyüklerimiz..

Bir de sokak esnafımız vardı. Bozacımız, Turşucumuz, Dondurmacı, Macuncu, Simitçi, Yoğurtçu, Sütçü, Börekçi ve tabii ki koluna taktığı beyaz tahta sepeti ile efsane lezzeti ile Lahmacuncu.

Ayrıca mevsimsel ürün satarak evini geçindiren esnaf vardı. Kiraz, Badem, Yeşillik bir de soğan kabuğu ile Boyanmış yumurta. Elle idare ettikleri, üstü tezgah olan iki tekerlekli arabalarına sermayeleri olan ürünleri güzelce sergiler gün boyu bitene kadar dolaşır, günün bir vakti de kendilerine mesken edindikleri köşede satışa devam ederlerdi..

Sonra bir de işportacılar vardı. Envai çeşit günlük ihtiyaç malzemelerini işporta arabalarında satarlardı. Cüzdan, kemer, tırnak makası, tarak, kancalı iğne, kalem, teşbih, araba süsleri, nazarlık vb. gibi. Yazın hasır şapka, can simidi, mayo, şort.

Hallaççılar vardı bahar ve yaz aylarında omuzlarında Hallaçları, ellerinde tokmak; Hallaççı geldi diye mahalle aralarında seslenir. Evlerde kıştan çıkışta yıkanan yünleri ve pamukları kabartırdı.

Kalaycıları unutmayalım. Mahalleye gelir boş bir toprak üstü yere tezgâhını açar, eşi evleri dolaşır kalaylanacak tencereleri toplar ya da tezgahı açtıkları yeri söyler mahalleliyi haberdar ederdi. Kalaycı da bir yandan bakır tencere, tava ne varsa kalaylardı.,

Bu şirin sahil kasabasının bir de Tarzan’ı vardı. Ondan bahsetmezsek ayıp etmiş oluruz. Bir at arabası vardı. Arabasını ayakta kırbacını sallayarak kullanır yaz kış üstüne atlet bile giymezdi. Uzun bıyıkları vardı. Atı ve arabası onun için çok önemliydi. Taşıma işi yapardı. Allah rahmet eylesin.

İşte bir zamanlar Yalova, ne güzel ne yaşanacak yermişsin sen.

Sevgi, Saygı ve Mutlulukla kalın.