Sanayi çağından bu yana yeni yüzyıllar üretimi hızlandırmasının yanında tüketim hızını da beraberinde getirdi. Tüketim hızıyla beraber gelen nesnenin değerinin yitirilmesi, yerine daha yenisinin ikame edilmesi gibi durumlar insan varlığında her şeyle yüzeysel biçimde ilgilenip, derinliğine inememe halini meydana getirdi. Bu yeni durum insan varlığında ciddi yaralar açtı ve bu yaranın etkisi yüzyıllar geçse de hala devam ediyor. Popülizme girmeden birkaç örnekle meseleyi açıklığa kavuşturmak gerekirse: Dünyanın kırsal kesimindeki insanlar eşyanın tabiatıyla arasında öznel bir bağ kuran, eşyayı kişiliğinin bir parçası haline getirir. Herkes bilir; kırsal evlerin eşyayı saklama odaları yahut çatılarında bunun için ayrılmış bölümleri vardır. Yaşlı insanlar, yaşamına temas eden eşyaları atmayı hayatının bir parçasını atmak olarak gördüğü için onlara veda edemez, varlığını etkin olmasa da sürdürmesini sağlar. Bu bağ, insanın maddi bir nesneye önem vermesi değil, bir nesne ile geçilen iletişime verilen değerdir. Yeni yüzyıl, getirdiği yenil iletişim biçimleri sebebiyle nesnenin doğasına girmemizi yenisini bize pazarlayarak engelliyor ve insan varlığımızdan birtakım şeyleri bizden koparıyor. Değil sadece eşyada yaşadığımız anda bile, yaşanılan anı duyumsamaktansa anı geçirmeyi önceliyor. Eşyanın doğası, tabiat ve yaşam bugünkü haliyle bizden uzaktır. Geriye yalnızca geçirilen anlar ve durumlar vardır. Hayatı duyumsamak için biraz yavaşlamak gerekiyor sanırım. Çünkü otomobilin hızı baharın güzelliğini yok ediyor.

**

  Türk şiiri en büyük ve son atılımını 1953-1959 arasında yaptı. İkinci Yeni’nin öncü şairleri bu dönemde gerek mısra düzeni, gerek şiirin izleği, gerekse de şiirin ne yapması gerektiğine dair büyük adımlar attılar. Cemal Süreyya diyordu yanlış hatırlamıyorsam: “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı.” Şiiri kelimeye kadar indiren bu atılım yepyeni imkanlar ve çıkış yolları da önerdi. Turgut Uyar Divan ile Edip Cansever Bezik Oynayan Kadınlar ile yepyeni biçimlerde yeni şeyler önerdi. Bu atılımdan sonra çıkan cılız sesler hariç pek atılım gerçekleşmedi. Son olarak 98’de Hakan Arslanbenzer’in “İmgenin Ölümü” çıkışı bir esinti getirse de rüzgar gibi etkili olmadı. Ahmet Güntan bu yazıyı önemseyip şiirlerinin bazılarını buna göre kurdular fakat geniş çaplı bir etki uyandırmadı kendi mahfilleri dışında. Sanat, bir yolun acemisi olmaktır. Yeni bir yol açıp, o yolu denedikten sonra tekrar yenisini, sonra tekrar yenisini denemektir. Sanatında durağan bir seyre giren sanatçı artık üretme kabiliyetinden de yoksunlaşmaya başlar. Seri üretime geçen fabrikalara benzer. Şiirimiz bunun nice örnekleriyle doludur.

**

Bir şarkı: Adımız Miskindir Bizim – Mazhar ve Fuat

Bir film: In the Mood for Love – Wong Kar-wai

Bir dizi: The Twilight Zone (2019)

Bir kitap: Yazmak Eylemi – Ferit Edgü