Bundan iki sene önce Heidegger’in, “Dil varlığın evidir” cümlesini tam üç ay boyunca düşündüğümü hatırlıyorum. Her düşündüğümde aklıma yeni çağrışımlar getiren, zihnimin daldan dala konmasına sebep olan bu cümle felsefe dünyasında da birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Bu tartışmaları şimdi burada dile getirmeyeceğim; ancak önemli bir kavram olduğunu belirterek işe başlayalım.

Namık Kemal de 1880’lerde yazdığı bir makalede “Dil, düşünce dünyamızın en büyük aracıdır. Dilsiz bir düşünce düşünülemez” diyor dilin önemini vurgularken.

  Kullandığımız dil, Türkçe, 120 bin kelimelik haznesiyle dünya dilleri içerisinde orta nitelikte sayılabilecek bir genişliğe sahiptir. Söz gelimi İngilizce 400 bin, Almanca 500 bin, Fransızca 600 bin kelime ile bu alanda başı çeken dillerden. Bu kadar çok kelimenin olduğu dillerin dünyanın en önemli filozoflarını çıkarmaları tesadüf değildir bu yüzden. Türkçe ise ne çok kısır ne de çok zengindir ancak düşünceye açık bir dildir. Son 100 yılda Türkçe birçok tartışma için başat unsur olsa da ve yanlış yollar denenerek dil tahrip edilse de Atatürk 1934-1935 yıllarında dil için en doğru yöntemi bulmuş ve ömrünün sonuna kadar bu yönde çalışmalar yaptırtmıştır. Türkçe’nin geçirdiği evreler ayrı bir yazı konusu olsun.

Hep düşülen bir yanılgıdır: İnsanlar dilleri zengin dil/fakir dil şeklinde bir tasnife tabi tutarlar ancak yanlış bir metottur bu. Doğrusu, işlenmiş dil/işlenmemiş dil tasnifine tabi tutmaktır çünkü diller varoluşları itibariyle bir zenginlik getirmezler. Dilin imkanları zorlanarak yeni kavramlar üreterek ve bunu kullanılan dile yedirerek bir zenginlik sağlanabilir.

Türkçe’nin 120 binlik kelime haznesi de bir anda oluşmuş değildir. Yüzyıllar boyunca birçok kavimle ve milletle iç içe yaşayan Osmanlı Devleti bu dilin bu kadar kelime sahibi olmasına katkı sağlamıştır. Türkçe içerisinde bugün kullandığımız birçok kelime kökenine baktığımız zaman farklı bir dilden Türkçe’ye geçmiştir ancak bu geçişler dil yapısına uygun yapılmadığı zaman kötü sonuçlar vermiş, uygun olduğunda da Türkçe’ye yerleşmiştir.

  Söz gelimi köşe kelimesi Türkçe’ye Farsça’daki güşe kelimesinden geçmiştir ancak Türkçe’de güşe fonetiğe uymadığı için köşe olarak dile girmiş ve kullanımına öyle devam etmiştir. Üstelik köşe’deki “K” harfi bu kelimeye bir keskinlik katmıştır ve bu kelime sivri, keskin, uçlu bir şeyleri zihnimizde çağrıştırdığı için benimsenmiştir.

  Osmanlı Devleti uzun yıllar birçok milletle diyalog halinde olduğu için Türkçe yakın coğrafyadan birçok kelime almış, bunun fonetiğini Türkçe olarak tercüme edip kullanıma sokmuştur. Yunanca, Arapça, Rusça, Farsça, Bulgarca Türkçe’yi zenginleştiren dillerden birkaçıdır. Bu haftalık Türkçe’nin gelişimi ile ilgili bir giriş yapmış olayım. Dil ve düşünce konusu diğer haftanın yazı konusu olsun.