Yeniçağ kendiyle beraber yeni ahlak anlayışları, yeni bir gerçeklik getirmiştir. Bu gerçeklikle beraber insanlar önceki çağlara göre bazı duygularını kaybetmişler, bazılarında ise eksilmeler yaşamıştır. Eksilme yaşanan duygulardan en büyük olanı hiç şüphesiz ki acımadır. Uzmanlar milenyum insanının geçmişteki insanlara dair daha az acıma duygusuna sahip olduğunu saptamışlar. Bana kalırsa bu azalan acıma duygusuna sebep olan şey genel olarak medya, özelde ise televizyondur. Medya bu kadar yaygın değilken insanların acıma dürtüsünü harekete geçirecek olaylar meydana çıktığı zaman insanlar günlerce bir şey yiyemez ve bu görüntülerden, olaylardan ciddi bir biçimde etkilendirdi.

Ancak yaygınlaşan televizyon ve diğer medya araçları bu görüntülerden peş peşe çokça servis ettiği için artık sıradan bir şey haline gelmiş durumda. Yeniçağın bireyi üzülmeye de bir vakit ayırmış ve bu vakti de günlük hayatını, ruh halini etkilemeyecek şekilde dizayn etmiştir. Böyle olunca bireyin bu acıma duygusu zamanla “Fotografik acıma” olarak dönüşüme uğradı.

  Demek istediğim şu: Artık birey bir olaya değil bir fotoğrafa, videoya üzülüyor. Örnek vermek gerekirse geçmiş senelerde bir mülteci çocuğun cesedi kıyıya vurmuştu ve jandarma o bebek cesedini bulmuştu. Bulunan ceset insanlarda büyük bir üzüntü yarattı; ancak insanların göç, savaş, hayat hakkı gibi kavramlar hakkındaki düşüncelerinde değişiklik yaratmadı. Yani birey artık bir ölüme değil bir ölüm fotoğrafına üzülür hale geldi. Birey günlük hayatta denk geldiğinde fazlaca etkileneceği olayları televizyonun günlük yayın akışı sırasında izlediğinde bu durumdan etkilenmiyor artık. Mesela, yayın akışında yemek yarışması programları ile haber bültenleri art arda geliyor ve birey yemek yarışmasındaki yarışmacının yemeği beğenmemesi ile altmış beş yaşındaki bir yaşlı kadının açlıktan ölmesi durumunu aynı duyarlılıkla izliyor. Bu bir zaman sonra tüm duyguları, hissiyatı tamamen öldürüyor. Öbür yandan televizyondaki reklamlar bireyin ihtiyacı olmayan bir ürünü almasını bireye zorunlulukmuş gibi hissettiriyor. Reklamlar bireyi bir köşede kıstırıyor ve olmazsa olacak durumları olmazsa olmaz şeklinde empoze ediyor.

  Bu sanal gerçeklik dünyasını fark eden, o toplumun ortasında yaşadığı için bir aydın ve entelektüel tavrı göstererek o toplumu deşen Chuck Palahniuk’da şöyle diyor: "Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olamayacağız. Hepimiz heba oluyoruz. Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık. Bizim savaşımız ruhani savaş. Ve bunalımımız kendi hayatlarımız."