Pandemi dolayısıyla yaklaşık bir yıldır çocuklarımıza uzaktan eğitim verilmektedir. Bu güne kadar hiç yaşanmamış bu süreç hem biz öğretmenler için, hem de veli ve öğrenciler için bir ilk olarak eğitim tarihine geçmiştir.

Sınıf ortamında öğretmeniyle göz göze gelen, onu can kulağıyla dinleyen, fırsat buldukça ona sarılan, sorunlarını okul koridorlarında öğretmeniyle paylaşan, şımarıklık yaparak saçlarını öğretmenine okşatan,  okulda arkadaşları ile bir hayat paylaşan çocuklarımız bütün bunlardan mahrum bir şekilde uzaktan eğitimlerine devam etmektedirler.

Bu süreç, tüm eğitim paydaşları için bu güne kadar görülmemiş zorlukları içerisinde barındırsa da, öğretmenlerimiz görevlerini en iyi bir şekilde yapabilmek için büyük bir mücadele vermektedir.

Birinci dönem kısa bir süre bazı sınıflarımız okulda yüz yüze eğitim almışlardı. Bu dönemde çarşamba günleri okulun genel temizliği ve ilaçlaması için çocuklar okula gelmiyordu.

Bu günlerde birinci sınıfta okuyan bir öğrencimle okul bahçesinde yakalamaca oynarken yoruldum ve çömelerek sırtımı okulun duvarına dayadım. Peşimden koşan meleğim, “Seni yakaladım Müdür amca’’ diye haykırdı ve hüzünlü bir şekilde yüzüme bakarak tüm saflığı ile, “Çarşamba günlerinden nefret ediyorum Müdür amca” dedi. “Neden oğlum?’’ sorusuna ise, “Çünkü o gün okula gelemiyoruz’’ diye cevap verdi.

Biz öğretmenler için çocuklarımız bahar çiçeklerimiz, umudumuz, gökkuşağımızın renkleri, can damarlarımızda akan kan, aldığımız nefes, esen rüzgar, yağan yağmur, doğan Güneş’tir.

Onlarla konuşamamak, onlara dokunamamak, onlarla birlikte olamamak bizler için karanlık bir zindanda müebbet hapisten farksızdır.

Geçen hafta her çorbaya maydanoz olan densizin biri bir televizyon programında bizlere laf söylemiş. Ona göre yan gelip yatıyormuşuz, beleşe maaş alıyormuşuz, hatta okulların açılmasını da biz istemiyormuşuz, demiş.

Öğrencilerine bir harf öğretmek için her sabah onların karşısına hazırlanarak çıkan, internetin çekmediği yerlerde dağ bayır dolaşan, meleklerine ve tosun paşalarına ders anlatırken bebeğini dizlerinde sallayan, bu günlerde meslek hayatının en zor şartlarında görev yapan öğretmenlerimiz bu söylemlere üzüldü.

Uzaktan bile olsa çocukların gönüllerine dokunmak için gece gündüz çalışan ve bir yıldır çocukların evlerine misafir olarak görevlerini en iyi şekilde yapmaya çalışan bütün öğretmenler adına, söylemleri ile öğretmenleri itibarsızlaştırmaya çalışan bu insanlık yoksunu şahsı nefretle kınıyorum.

Gönüllerindeki sevgi keseciklerini nefretle dolduran bu gibi insanların, uzaktan bile olsa gönüllere sevgi ile nasıl dokunulduğunu anlamasını elbette beklemiyoruz.

Ona en güzel cevabı ise tüm eğitim camiasına armağan ettiğim Nurten Anıl Kalyoncu adlı bir velimizin sosyal medya paylaşımıyla veriyorum.

“Sevgili öğretmenlerim, emekleriniz asla ödenemez. Hadsizin biri “Alıştınız oturduğunuz yerden para kazanmaya’’ demiş. Acaba online dersleri izleme fırsatı bulmuş mu? Sizlerin hangi sıkıntılarla çocuklara dokunmadan bir şeyler öğretmeye çalıştığınızı, çabaladığınızı görmüş mü? Ben sizleri torunumun derslerini izlerken görüyorum. Nasıl büyük bir fedakarlık yaptığınızı, nasıl bir emek harcadığınızı ve nasıl bir eforla çalıştığınızı görüyorum. Hakkınız asla ve asla ödenmez. Allah sizden bir kere değil bin kere razı olsun.

Bazen çocuklar hep bir ağızdan konuşuyorlar. Her biri ayrı bir soru soruyor. Sizler nasıl bir sabırla ve güler yüzle, nasıl bir tatlı dille çocukların her birine ayrı ayrı cevap vermeye çalıştığınızın şahidi oluyorum.

Sevgili öğretmenlerimiz. Hepiniz ayrı ayrı değerlisiniz. Sizleri çok seviyoruz. Bizlere sevginin sıcaklığını, bilginin yüceliğini hissettirdiğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim. İyi ki varsınız.’’

Bu güzel paylaşımı için Nurten hanıma teşekkür ederim. Biz öğretmenler bu güne kadar olduğu gibi bundan sonrada her yerde ve her koşulda yılmadan, usanmada çocuklarımızı sevgiyle besleyerek onları aydınlık yarınlara hazırlamaya devam edeceğiz.