Bilindiği üzere 29 Mayıs 2019 tarihi, İstanbul’un Fethi’nin 566.Yıldönümüdür. Milli Gençlik Vakfı ve Anadolu Gençlik Derneği olarak yaklaşık 45 yıldır kutladığımız Fethin Yıldönümü’nü bu yıl 15 Haziran Cumartesi günü saat 18.00’da İBB Esenler Stadyumu’nda kutlayacağız. Fethin yıldönümünü uzun bir aradan sonra İstanbul’da kutlayacak oluşumuz da bizim için ayrı bir heyecandır.

Hicretin beşinci yılında gerçekleşen Hendek Savaşı öncesi Medine’nin etrafına hendekler kazılırken kimsenin kaldıramayacağı bir büyük taşa rastlanıldı. Müminler dediler ki: `Ya Resulullah! Biz bu taşı kaldıramıyoruz.` Bunun üzerine Efendimiz (sas) besmele çekti ve balyozla taşa vurunca taş parçalandı ve üç ayrı taş parçası üç ayrı istikamete gitti. Bu taşlar üç fethi simgeliyordu. Biri Mısır’ın fethini, biri İran’ın fethini, bir diğeri de İstanbul’un fethini.

Ayrıca Efendimiz (sas)  `İstanbul mutlaka fethedilecektir. O’nu fetheden kumandan ne güzel kumandandır. O’nu fetheden asker ne güzel askerdir.` buyurmuşlardı. İşte o günden sonra İstanbul için sayısız seferler yapıldı. İslam orduları bu güzel övgüye nail olabilmek için üstün gayretler içerisine girdiler. Müslümanlar ilk defa 668 yılında karadan Kadıköy’e ulaştılar.  672 yılında İslam donanması Marmara Denizi’ne ulaştı. 674 ve 678 yılları arasında İstanbul 5 kez kuşatıldı ama netice alınamadı. 717 ve 718 yılları arasında İstanbul tekrar kuşatılsa da sonuç yine aynı oldu. Müslümanlar yeni bir kuşatma için yaklaşık 700 yıl beklediler. Nihayetinde İstanbul’un Fethi 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip oldu.  

İstanbul’un fethi, hakkın galip gelmesidir

Başta İstanbul’umuz olmak üzere bu coğrafyayı İslam’a açan inancımızın temel şiarlarından olan fütuhat anlayışıdır. Elbette İslam’ın bu coğrafyada varlığının teminatı da genç neslin yüreklerine yerleştirilmiş fütuhat anlayışı olacaktır. Fetih şuurundan yoksun bir gençlik kardeşleri için yaşamanın ve ölmenin ne demek olduğunun da çok uzağında kalacaktır. Ayrıca fetih, fütuhat, cihat gibi kavramlar İslam’ın ve Kur’an dilidir, biz bu dil birileri tarafından anlamından saptırılarak kullanılıyor diye kendi kelimelerimizden vazgeçecek değiliz.

Bu yıl İstanbul’un Fethi’nin 566. Yıldönümüdür. 566 yıl önce gerçekleşen İstanbul’un Fethi, öncelikle İslam’ın yani hakkın batıla galibiyetine en güzel bir timsaldir. İstanbul’un Fethi ikinci olarak yeryüzünde adaletin zulüm karşısında hâkimiyetini perçinlemiştir. Bu muhteşem fetih üçüncü olarak İslam’ın Avrupa’daki varlığına teminat olmuştur. İstanbul’un Fethi ile birlikte dördüncü olarak asırlarca insanlara kan kusturan Bizans ortadan kaldırılmıştır. İstanbul’un Fethi beşinci olarak inanmış bir kumandanın ve onun inanmış askerlerinin karşısında hiçbir engelin dayanamayacağını göstermiştir. Aynı şekilde bu fetih inancın emrindeki teknolojinin kana, gözyaşına ve katliama sebep değil, bilakis insanlığın hayrına vesile olacağının da bir göstergesi olmuştur.

Ayasofya davası, islam ümmetinin en mühim meselelerinden biridir!

İstanbul’umuz nasıl hakkın batıla üstünlüğünün timsali olmuş bir şehirdir. Aynı şekilde Ayasofya Camii de İstanbul’umuzun fethinin sembolüdür. Ayasofya Camii hakkın batılı kuşatmasıdır. İlay-ı kelimetullah aşkının remzidir. İslam’ın Avrupa’daki varlığının tacıdır. İstanbul’un İslam şehri oluşunun en kadim nişanesidir. Fatih Sultan Mehmet’in vakfıdır. Ayasofya Camii, 482 yıl boyunca kıyamlara, rükûlara ve secdelere ev sahipliği yapmıştır. Ayasofya Camii, 24 Kasım 1934 yılında hukuksuz bir şekilde Bakanlar Kurulu kararı müze haline getirilmiştir ve yıllardır mahzun bir haldedir. Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmüş olması kendini bu coğrafyaya, bu coğrafyayı da kadim bir medeniyetin fütuhat anlayışına bağlayan herkes bu mahzunluğu yüreğinde hissetmektedir.

Ayasofya Camii’nin müzeye dönüştürülmesi, serbest seçimlerin yapılmadığı bir dönemde milletin iradesi hiçe sayılarak gerçekleştirilmiştir. Bu kararı içeren vesikanın doğruluğu bile şüphe götürmektedir. Cumhurbaşkanının imzasının taklit edildiği ve kararname numarasının da geriye dönük olduğu konuşulmaktadır. Velev ki imzalar ve belgeler gerçek dahi olsa alınan bu kararın yanlıştır ve vicdanlarda yer bulmamıştır.  Ayrıca Kasım 1934’te yapılan bir işleme gerekçe olarak 5 Haziran 1935 tarihli, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 17. maddesinin gösterilmesi hukuksuzluğun resmidir.

Ayasofya Camii meselesi aynen Mescid-i Aksa gibi ümmete şümul bir meseledir. Ayasofya Camii’nin minarelerinden okunacak ezanların şahadetleri tüm Müslümanların yüreklerinde bir sürur oluşturacaktır. İnancımız ve duyarlılığımız gereği bizler dün olduğu gibi, bugün de bütün gücümüzle Ayasofya Camii için mücahedemize devam ediyoruz.