Türkiye’de, 1978-79 yıllarında Asala Terör Örgütü tarafından diplomatlarımıza yönelik terör eylemlerini, 1980 Askeri Darbesi öncesi ve sonrası yaşanan yokluk ve yoksulluğu, 1990 yılların başında görülen PKK’nın köy baskınlarında çocuk-kadın demeden yaptığı katliamları, 1991 Körfez Krizini genç bir girişimci ve ilk iş yerimin sahibiyken yaşadığımız ekonomik krizi, 1994 yılında 4 Nisan Kararlarının alındığı tarihte askerliğini yeni tamamlamış, iş hayatında hayalleri olan bir girişimciyken yaşadığımız devalüasyonu, 1997 yılında 28 Şubat  ‘Postmodern Darbe’ teşebbüsünü, 1999’da Yüzyılın en büyük afeti olan Marmara Depremi’ni saat 03:02’de ayakta yaşamış bir depremzede olarak, 2001’de Başbakanlığın kapısına atılan yazar kasa ile dönemin Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in dönemin Başbakanı rahmetli Bülent Ecevit’e Anayasa Kitapçığını fırlatması ile ülkede yaşanan çok derin bir ekonomik krizi, 2008 yılında Dünya genelinde yaşanan ekonomideki daralmayı, 2016’da, 15 Temmuz Darbe Girişimiyle, kardeşin kardeşe düşman edildiğini, son iki yıl içinde ise; dünyayı saran, pandemi, sel, yangın, deprem gibi doğal afetlere tanık olmuş bir insanım.

Kendi kendime, ‘Ben doğru bir zamanda mı dünyaya geldim’’ sorusunu sorarken, ‘Ya 1900’lerin başında dünyaya gelmiş olsaydım’ veya ‘1940’larda 20 yaşlarında bir insan olsaydım, 48 yıllık yaşantımda bu kadar yıpranır mıydım’’ sorularını, son zamanlarda kendime sık sık sorar oldum.

En büyük endişem ise gelecek nesil için, çocuklarımız ve torunlarımıza nasıl bir dünya bırakıyoruzun yanı sıra, yeni nesli nasıl yetiştiriyoruz? Sorusu oluyor...

Bir kıtlık, bir savaş, her an yaşanabilir bir deprem...

Halen, salgın ile bir mücadele içinde değil miyiz?

Buzulların erimeye başladığı, yer yüzünde suların yükselişe geçtiği bir süreci tüm insanlık olarak yaşamıyor muyuz?

Bu tür doğal afetler başta olmak üzere, hemen hemen her gün, dünya üzerinde yaşanan göçler ise bir başka endişe sebebimiz değil midir?

Cennetten farksız vatanımız, cefakâr milletimiz, bağımsızlığımız, özgürlüğümüz, inançlarımız, kültür, örf ve adetlerimiz ile bu büyük zenginliğimizin kıymetini ne kadar biliyor, yaradana ne kadar şükrediyoruz?

Bir düşünün...?