Kaşgarlı Mahmut Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Müdür Yardımcısı Yılmaz Öztekin, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Tülay Gökhan, Felsefe Grubu Öğretmeni Hüseyin Sabri Akmeşe, Radyo-Televizyon Alanı Bölüm Şefi Emrah Yayla, Usta Öğretici Sezgin Altınel ve öğrenciler Türkiye'nin Efsane Roman Yazarı Hatice Üzgül'ü evinde ziyaret etti.

Türk Halkbilimi ürünlerinden olan efsaneleri ve halk hikayelerini modernize ederek, sanata ve kültür sahasına katkılar sunma bağlamında fantastik romanlar üreten Üzgül, öğrencilerin yazarlık serüveni üzerine kendisine yönelttikleri soruları samimiyetle cevapladı.

İlk defa ne zaman yazar olacağım dediniz?

Benim “Yazar olacağım.” veya “Ben yazarım.” deme sürecim uzun sürdü. Yıllar geçerken, bunun adım adım gerçekleştiğine bir türlü inanamadım.

Bu konuda, beni ilk ikna etmeye çalışan, bendeki potansiyeli görüp bunu benim de görmemi isteyen kişi, Sinan Kürşat Reisoğlu’dur. Sinan Kürşat Reisoğlu, yol göstericim, akıl hocam, manevi abimdir. Bir gün, ben henüz İstanbul’da çalışan bir reklam yazarı iken, yazdığım küçük bir metne bakıp, “Yazar olmayı neden düşünmüyorsun?” demişti. Bu soru bana o kadar uzak gelmişti ki, ciddiye alıp enikonu değerlendirmemiştim bile…

Sonra kader beni İstanbul’dan ve reklam sektöründen canımı acıta acıta söküp aldı, Ankara’ya Avrasya Yazarlar Birliği, Hikaye Atölyesi’ne attı. Bu bir tercih değildi. Tesadüfler sonucu, kendimi edebiyat derslerinde buldum. Buradaki hocalarım da bana “Sen iyi bir yazar olacaksın!” dediler. Ben yine “Yazar olacağım.” diyememiştim.

Edebiyat, bir hobi gibi ilerliyordu. O sırada Kürşat abim, “Benim için yaz!” dedi. Peki, dedim. O okusun diye yazarken yazarken, eserler tamamlamışım. Atölye bitiminde biri roman diğeri öykü kitabı olmak üzere iki kitabım yayınlandı. Bu demek oluyordu ki, yayınevleri ve editörler de benim yazarlığımı onaylamıştı. Yıl 2013’ün sonlarıydı. Bense olan bitene, bir nevi şans eseri, tesadüfi bir başarı gibi bakıyordum. Derken, ilk okurlarım büyük bir tutku ile sosyal medyadan bana ulaşıp benimle iletişime geçmeye başladılar. Eğitimli, okumayı seven, kariyer sahibi insanlardı çoğunluğu… Her yaştan muhteşem insanlar vardı aralarında. Bir baba ve onun dokuz yaşındaki kızı, aynı anda yazdıklarımdan etkilenebiliyordu. İşte ilk o zaman, “Ben yazar olacağım!” demeye başladım. Kısacası, beni Kürşat abim ve okurlar ikna etti.

Sizi etkileyen kendinize örnek aldığınız bir yazar var mı?

Beni etkileyen çok yazar var, ama örnek aldığım belirli bir yazar yok. Aslında başarılı her yazar, bana okuttuğu her eseriyle beni eğitiyor. Lakin ben her defasında kendi içimden geldiği gibi yazıyorum.

Kitaplarınızı nasıl bir ortamda yazmayı tercih ediyorsunuz?

Ben doğa ile iç içe olduğumda, kendimi buluyorum. Sessiz sakin, kitaplarla dolu köy evimizde güzel yazıyordum. Sonra Yalova’ya taşındım, ilk olarak deniz manzaralı bir eve geçtim, orada da verimli yazdım. Doğa, sessizlik ve düzen arıyorum yazarken.

Yeni projelerinizden bize biraz bahsedebilir misiniz?

Basılmayı bekleyen iki romanım var. Biri Anka Kuşu, diğeri Alameti Rüya… Her zaman olduğu gibi Türk efsaneleri. İyiliği, erdemi, insan olmayı, inancı ve emek vermeyi kutsal sayan hikayelerimizden yola çıktım. Bundan sonra da bu yolda efsaneler araştırmaya devam edeceğim.

Hayal dünyanızın bu kadar genişlemesine sebep olan olaylar nelerdir?

Metafizik aleme çok inanırım, rüyalara kendimi kaptırırım ve maddenin ötesindeki değerlerle ilgilenirim. Gördüğümün, elimle tuttuğumun, duyularımla algıladığımın daha fazlasıdır hayat benim için… Hislerimle ve duygularımla yaşarım. Ruhum çocuksu ve canlı kalsın isterim. Bedenime, mantığıma hapsolmamaya çalışırım. Fizik kurallarının hakim olduğu hayat sıkıcı ve acı dolu gelir. Dolayısıyla çocukluğumdan beri, rüyalar alemine hayran yaşıyordum. Derken bir gün, biriyle tanıştım. Diğer alemden, bu dünyadan bahseder gibi rahatça bahseden Sinan Kürşat Reisoğlu, bana gerçekliğin her iki alemde de kendi içinde, kendi oluşumu dahilinde var olabileceğini gösterdi. Ve onun yanında kendimi hayalperest, çocuksu veya deli gibi hissetmedim. Her şey daha gerçek bir hale büründü. Elle tutulur oldu sanki düşlerim. Ben de iyice kendimi kaptırdım. Rüyaları sevdikçe rüya görür oldum, rüya gördükçe hayal gücüm genişledi.

En çok hangi yaş gurubunun sizi takip etmesi hoşunuza giderdi?

Ben tek bir kişi için yazarım kitaplarımı. O beğenince her şey tamam oluyor. Ama öte yandan gençlerin, hayatla, kendi potansiyelleri ve kendi kimlikleri ile yeni yeni tanıştıkları o dönemde, yollarına kaybolmadan devam edebilmeleri için yardım edebilme ihtimali bana çok cazip gelir. Gençlerin kendine güveni tam, güçlü, erdemli, başarılı ve tüm dünyaya kendi kimlikleri ile kafa tutar bir hale gelmelerini canı gönülden isterim. Bu konuda en ufak bir katkım olursa, tek bir doğru cümlem akıllarında yer ederse, bu beni mutlu ederdi.

Betimlemeyi en çok sevdiğiniz zaman hangisidir?

Savaş sahneleri… (Alameti Rüya’da okuyacaksınız)

Anlatmaktan çok hoşlandığınız bir şehir var mı? Varsa sizi hangi yönü etkiliyor?

Şimdiye kadar Yalova’yı yaza yaza bitiremedim. Her renk var Yalova’da… Dağa çıkıyorsunuz, yemyeşil. Denize bakıyorsunuz, masmavi. Gün batımı, kızıl, mor, sarı, turuncu, pembe… Huzur ve ilham kokuyor. Beni yormayan bir şehir. Bisiklet ile 15 dakika içinde her yerdeyim. Gün içinde birçok program gerçekleştirebiliyorum. Şimdiye kadar çok hareketli şehirlerde felçli gibi yaşadım. Şimdi bu küçük şehirde hareketli bir hayatım var. Sakin bir yer, bana her şeyi yapabilme imkanı sunuyor. At binme, ok atma, bisiklet, kamp, kaplıca… Ben bir şehirden daha fazlasınıbeklemiyorum zaten.

Sizi en çok etkileyen duygu ve davranış nedir?

Duygu; Aşk… Davranış; Adanmışlık... Bir şehre taşınacaksam, oraya aşık olmak isterim. Bir iş yapacaksam, aşkla… Kendimi adayacağım şeylerle vaktimi harcamalıyım. Vaktim, benim hayatım. Vaktimi harcadığım şeyler, karakterimi inşa eden şeyler. Aşkla yaşayıp aşık ölmek isterdim.

Kitaplarınızda kendinizden soyutlanmış karakterleri mi yoksa sizi yansıtan karakterlerimi anlatmak daha güzel geliyor?

Hiçbir karakter benden ayrı değildir. Ben ve manevi abim arasındaki diyaloglar genellikle baskındır. O Şahmeran ise ben Camsab… O Lokman Hekim ise ben onun oğlu… O Anka Kuşu ise ben Kürşat… Üç azizelerde benim çilelerim var. Satır aralarında benim anılarım... Her karakter, benim bir duygumun eseri. Lakin onlar benden daha gerçek ve daha kalıcı. Ben bir gün öleceğim ama Lokman Hekim, hep yaşayacak. Ben bir rüya gibi sönük kalacağım, o eserler düşlerimin bedenlenmiş hali olarak ölümsüz olacaklar. Yani inşallah…

Rüyalarınızdan ne ölçüde yararlanıyorsunuz?

Özellikle Anka Kuşu ve Alameti Rüya isimli, henüz basılmamış eserlerimde, kimi rüyalarımı birebir yazdım, sanki kurgunun parçası gibi. Elimden geldiğince onlardan faydalanmaya çalışıyorum. Rüyalar büyük bir kaynak benim için.

Kitaplarınızı yazmaya başlamadan önce bir toplumsal mesaj düşüncesi ile mi başlarsınız, yoksa bu yazarken şekillenebilecek bir durum mu?

Bazı yazarlar, kendi doğrularını (kimi zaman hatalarını) meşrulaştırmak için yazmaktadırlar. Eğer kendisi çok eşliliğe inanıyorsa, onu aşılamak ve aktarmak olur maksadı. Eğer kendisi topluma düşman ve ondan bağımsız yaşıyorsa, bu fikirlerini ve yaklaşımını yücelterek yazmaya çaba gösterir. Benim de kendi doğrularım var elbette… Benim de kendi yanlışlarım var. Ancak, yazarken daha ulvi bir nokta, daha ulvi fikirler, daha ulvi yaklaşımlar için yazıyorum. Henüz anlamlandıramadığım, anlamaya çalıştığım değerlere ulaşmak için yazıyorum. Ben o noktaya uzandıkça okuyucular da uzanıyor. Yazmak ve okumak, öncelikle kendi var oluş eğitimimin bir parçası. Kendi kimliğimi bulma ve aktarma yöntemim. Hatalarımı değil, aldığım derslerden çıkardığım sonuçları savunuyorum. Böylece ortaya toplumsal hassasiyeti olan yazılar çıkıyor.

Size göre kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için neler yapılmalı?

Benim için kitap okumak, sonradan kazanılan bir alışkanlık olmadı. Okumayı söktüm ve oradan devam ettim. Bana birçok etkinlikten daha ilgi çekici, daha cazip ve daha muhteşem geliyor. Kendi hayatımla sınırlı kalmadan, bambaşka yaşamlara giriş kapım gibi kitaplar. Farklı karakterlere bürünüp hayatı değişik noktalarda yaşıyorum okurken. İnsanların kitap okumanın sıkıcı oluşundan şikayet ettiklerini duydum tabi. Televizyon izlemeyi kitap okumaya nasıl tercih ediyorlar anlamıyorum. Oysa televizyon izlemek benim için katlanılması imkansız bir eylem. İkisinin yeri nasıl değiştirilir bilmiyorum. Galiba çocukluktan alışkanlık kazandırmak gerek?

Yazar adaylarına önerileriniz nelerdir?

Çok okuyun. Edebiyatı sevin ki, o da sizi sevsin. Öğrenmenin tadına varın. Sonra sizi en iyi ifade edecek, en yetkin şekilde hakim olabileceğiniz edebiyat türünü bulun. Şunu demek istiyorum; kaleminiz polisiye yazmaya yatkınsa, aşk romanı yazmak için kendinizi zorlamayın. Tarihi romanlara yatkınsanız, tasavvufi bir şeyler karalamak zorunda değilsiniz. Kendi içinizdeki yazarla tanışın. O yazar sizden daha farklı biri emin olun. Sonra kalemi o yazara bırakın. Kendi yolunuzu çizip bir dalda, bir konuda uzmanlaşın. Felsefi eserler vermek isteyen biri, önce o konuya odaklanmalı. Ardından, okurla kendi aranızda özel bir dil geliştirin.Yazmanın amacının bir iletişim ve aktarım olduğunu unutmayın. Anlaşılmamak ve ulaşılmaz bir noktaya gelmek için yazmamanızı tavsiye ederim. Derin düşünün. Herkesin göremediğini görün, ancak gördüklerinizi herkese gösterebilecek kadar latif olun. Anlatılması zor olan konuları, herkesin anlayabileceği kadar yalın ama estetik ve zarif anlatmaya bakın. Yazdığınız her cümle kalbinizden kopup gelsin. Kalpten çıkan her duygu, yine kalbe dokunur. Son olarak silmeyi bilin. Bir elinizde kalem, diğerinde silgi olsun. Okumak, yazmak ve silmek… Ayrılmaz üçlüdür.