47 yıllık yaşantımda ne zorluklarla yaşadığımı kaleme alsaydım, herhalde ansiklopedi olurdu. Yokluklarla büyüdük. Sıkıntılar içinde yetiştik. Ne çocukluğumuzu, ne de gençliğimizi rahat ve huzur içinde geçirdik. Çok genç yaşta ilk olarak ticaret ve hemen ardından gazetecilik…

Çok defa etrafımda ki birçok insandan, ‘Neden ticaret yapmayı sürdürmedin?’ şeklinde tenkitler aldığımı defalarca söyleyebilirim. Verdiğim cevap, ‘Sevdiğim ve kimsenin başaramadığını başarmaktır’ cevabı olmuştur. İnanın, dünyaya bir defa daha gelsem, önüme günümüzün en popüler 10 tene mesleğini koysalar, benim tercihim yine gazetecilik olurdu.

Gazetecilik çok önemli bir kamu görevidir…

Bugün en kutsal görülen meslekler; Öğretmenlik, Doktorluk, Subaylık, Polislik, Muhtarlık, Kaymakamlık, Valilik, Belediye Başkanlıkları, Milletvekillikleri, Bakanlık ve Cumhurbaşkanlığı…

Ya gazetecilik?

25 yıldır bu mesleği gazete sahibi olarak yapan biri olarak, gazeteciliği üçe ayırmak istiyorum.

1.’si, maaş karşılığı emek veren meslektaşlarım. 2.’si, resmi ilan alma hakkı elde edip bu mesleği uzun yıllar sürdüren yayınların gazete sahipleri. 3.’sü ise 25 yıllık gazetecilikte sadece Çiftlikköy Gazetesi’ne birkaç resmi ilan alan, onun dışında Manşet, Çiftlikköy ve Çınarcık toplamda 1615 adet gazeteyi yayınlayan ben…

Yukarıda kutsal saydığım meslekleri yapanlardan hangisi maaş almadan, üstelik elinde, avucunda ne verse sermaye yapıp, bu mesleklerini sürdürme başarısı gösterir?

Ben hep verdim, ölünceye kadar vermeye devam edeceğim…

Mel-Ay Medya Grup Yönetim Kurulu Başkanı olarak hep verdiğim hizmetin karşılığını almayla yetinmiş bir gazeteci oldum. Şu ölümlü Dünya’da kamu yararı bulduğum birçok şeyin savunucusu oldum. Ömrüm boyunca, hakkım olmayanı hiçbir şeyi istemedim.

Yayınlarımı takip eden her okuyucuma; edinilen her bilgiyi; doğru, hızlı, büyük bir heyecan ve arzu ile illettim ve iletemeye devam edeceğim.  Mesleğimden kaynaklanan tecrübeyle, her türlü yardım ve hizmeti, gücüm yettiğince, son nefesime kadar devam ettireceğim. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın…

Korana virüs, bir başka ekonomik sömürü mü?

Yazımın başında da belirttiğim gibi, ne çocukluğumuzu, ne de gençliğimizi yaşayabildik. Daha 7 yaşında ilköğretim okuluna yeni başlayan bir çocukken, 1980’da Askeri Darbesinin o soğuk ayak seslerini büyüklerimizle beraber çok defalar irkilerek duyduğumuzu hatırlayanlardanım…

1991 Körfez Krizi, ardından 1994’de yaşanan 4 Nisan Kararları ile Türkiye’nin ekonomisinin nasılda 10 yıl geriye götürüldüğünü, ticarete başladığım gençlik yıllarımın başında bire bir yaşadım.

28 Şubat 1997’de, ‘Milli Güvenlik Kurulu’ kararlarıyla ülkemizde her koldan, siyasi iradeye yapılan çirkin baskıyı, Mili İradeye olan saygısızlığa da tanık oldum.

1999 Marmara depremini an an yaşayarak, binlerce insanın öldüğü, yüzlerce binanın yerle bir olduğu afeti de iliklerime kadar yaşadım. 

2001’de bir Türkiye Cumhurbaşkanın, hükümetin başında ki Başbakan’a, Anayasa kitapçığını fırlatmasının akabinde, ülkenin içine düşürüldüğü 2001 Ekonomik Krizi de tanıklık yaptım.

2008’de tüm Dünya’da yaşanan Ekonomik Krizle, bir defa daha görünmeyen bir güç tarafından yoksullaştırıldığımıza tanık oldum.

15 Temmuz 2016’da yine dış güçlerin müdahaleleriyle, FETÖ/PDY’nın Darbe teşebbüsü ile telafisi uzun sürecek bir ekonomi çöküntünün yanında, çok büyük bir hayal kırıklığı ve güvensizliğin yaşadığı bir süreç geçirdik. 

2020’nin ilk günlerinden şu ana kadar ki süreçte ise Dünya’da ve ülkemizde Koronavirüs adıyla salgın bir hastalığın pençesindeyiz.

Son 40 yıllık yaşantımda, 3 darbe gerişimi, 3 ekonomik kriz ve iki büyük doğal afet sığdırmış biri olarak, bakalım bundan sonra neler göreceğiz…