İnsan, bir şeylere yetişmeye çalışırken kendisine geç kalır çoğu zaman. Hayatın yenilenerek dönüp duran bir çemberi içerisindeyiz.

Kovaladığımız ve bilhassa da kaçtığımız duyguların serüvenine ortak oluyor gönüllerimiz. Bazen bir bilinmezlik ötesinde belirgin kaçışlarımızın gölgesinde duygularımızı kamçılıyoruz. Geriye ket vuran düşüncelerimizden de azar azar serpiştiriyoruz hayata. Tam da burası kilit nokta belki de içimizdekilere.
Değişim süreci burada başlar, yenilikler katarız düşüncelerimize, sil baştan başlarcasına. Yavaş yavaş, bizi yoran her şeyi geride bırakırız vedalaşmaya başlarız.
Değiştin diyen insanlar birikir çevremizde.
Belki de değişmek şart olmuştur. Her değişimin altında güçlü sebepler ve biraz da körelmiş bir şeyler vardır ki insanı yeniletir. Bakış açın değişir yaşamına, insanlara, yaşamın detaylarına inersin. Farkındalıkların artmıştır. Yaşam şeklin bile değişir bir noktadan sonra. Huzurun adresi değişmiştir mesela. Yön verdiğin düşüncelerinin izinden giderken, yaşamın bariyerleri bazen zorlasa da artık seni sen yapan esintilerin gölgesinde yürürsün.
Yüreğinin dergahına yerleşen hislerinin rengi can bulduğun renkleri bezenmiştir.
Yaşam da yüreğinin rengi değil midir zaten?
Koyu renge boyanmış hüzünlerimiz, sol yanımıza huzur serpildikçe beyaza çalmaya başlar. Hüzünler de olgunluğumuzun kökleridir aslında, bakış açımızı genişletir. Her mutluluğun ardında saklı kalmış hüzünler vardır. Dikenli yollardan geçmeden, çiçek bahçesinin huzurunu soluyamıyor insan. Hayat da hepsinin harmanlanmış bir sunumu. Hayatın bizim için seçtikleri dışında biz de neyi seçersek onu yaşıyoruz. Yaşam, seçimlerimizin bir bütün hali...