İnsanoğlu benlik savaşı içinde yorgun

Beklentileri, duyguları ve gerçek hayatla ilgili çok şey fısıldıyor kulağına.

Bir savaşım içinde, iyilik ile kötülük arasında, insanlık, hayvanlık kıskacında.

Nefs’i emmare dediğimiz zeminde heba olup gidiyor ömrümüz.

Kendini kınayan, noksanlıklarının farkında olan nefis demek olan Levvame’ye ulaşmak ise hayalimiz, ütopyamız.

Hiçbir dönemde olmadığı kadar Dini Kurum ve kuruluş hatta kadro tesisi ve tahsisi yapıldı. Bunu bir nimet bakışıyla bile değerlendiremedik. Nimet, Nıkmete( ceza, azap) dönüşmesi kaygısı olmalı hayatımızda.

İlahiyat, islami ilimler, imam hatip okulları, Diyanet’e bağlı camiler ve kurslar, özel kurslar ve oluşumlar, tarikatlar, gruplar, v.s..

Hiç olmadıkları kadar özgürler ve anlatıyorlar.

Nitelik ve nicelik polemiğine girmeden söyleyebiliriz ki sayısal anlamda ciddi bir yekün tutar bu saydıklarımız.

Her biri kendince din anlatıyor yani tebliğ yapıyor.

Ağır aksak ileri geri ama mutlaka bir şeyler anlatıyorlar.

Kim neyi anlatıyor, kim nasıl anlatıyor, onu da geçelim.

Toplumsal karşılığı nedir asıl meselemiz bu.

Anlatılanların kalitesi önemli değil mi

İnsanlığın dertlerine deva olsun diye gönderilmiş vahiyle ilgisi ne

kurum ve kuruluşların sayısal üstünlükleri devasa teşkilatlanmaları nitelik olarak toplumu ne derece etkileyebilmiştir.

Yaşadığımız Fetö travması nedeniyle yaşanılan güven kaybını burada zikretmek lazım.

İnsanımızın dini kurum ve kuruluşlara olan güveninde ciddi sarsılmalar yaşanmıştır.

Bunun sosyolojik, teolojik ve psikososyal sebepleri üzerinde ciddi anlamda durmak gerekmiyor mu?

Hele sosyal medya marifetiyle şahit olduğumuz konuşmalar, nutuklar, haykırmalar adeta mitolojik bir masal diyarına misafir ediyor sizi.

Vahyin verilerine, aklın tutunduğu zemine uzak subjektif değerlendirmeler çoğu zaman konuşanın siyasi eğilimi hakkında bile düşüncelere sevk ediyor sizi. Anlatılanlar kişinin hangi dini oluşum içinde olduğunun aynası gibi adeta. Cümleler sloganik izler taşımakta.

Allah’ın gönderdiği arı duru dini arıyorsunuz ama nafile.

Hurafeler yuva yapmış zihinlere

Taassup ve önyargı esir almış her cümleyi…

“Ne kadar salavat o kadar huri”

“Köpekten şefaat istemek geldi içimden”

Cümlelerini dinlerken, ümmeti olmakla şerefyab olduğumuz Allah resulüne olan bakışın nasıl bir eksen kaymasına uğradığına da şahit oluyorsunuz

Ve toplum hiç olmadığı kadar,

Cinayet, istismar, iffetsizlik, ve israf kavramları ile tanışıyor.

Verilen imkânla, kaybedilmiş bir imtihana benziyor.

İstatistik veriler ve emniyet kayıtları, Maruf karşında Münker’in zaferi sanki.

Toplumsal karşılığı var mı sizce bütün bu anlatılanların

Dindarlık dediğiniz şey hayatın tam ortasında hissedilenlerdir.

Sadece camide değil hayatın tümünü kuşatan bir huzur iksiri gibidir dindarlık.

Takva diye isimlendirir İslam bunu

İçiyle dışıyla ıslah ve ihya olmuşların sıfatıdır.

İnsanın yaşam hakkının örselendiği,

Maneviyatın manefiyatameylettiği,

Değer üzerinden değil, fiyat üzerinden iş görülen zeminde

Dindarlık dediğiniz kavram, sadece hayallerinizi süsler.