Dağa karşı durdu adam ve düşündü: Kesişmelerden ibaret hayatlarımız. Bir an eksik olsa bütün anlar yok olacak. Üç adım eksik atsak bütün aşklarımız kaybolacak. O sokağın köşesinde sigara yakmak için durduğumuz için buradayız bugün. O gün ölmediği için bir yakınımız hayatta bugün bazılarımız. Bazı ölümler gebe bırakmış acıya yaşayanları. Bazı doğrular hakikat gibi göstermiş sanrılarımızı.

Ve bir duman aldı düşünürken, dağa karşı sigarasından:
"İhtimaller insanı bazen delirtebiliyor. O gün, o serin ikindi vakti, o kaybetmekten yorgun düşen ağzımla sana o cümleleri söylemesem, sensiz nefes almamın mümkün olmadığını anladıktan sonra gözümü kapatıp elimle haritadan rastgele bir il seçerek oraya yerleşmesem, bir tren istasyonunda bekleyenlerin ne kadar yurtsuz olduğunu görmesem, otobüste ağlayanların dertlerini duymamak için insanların kulaklarına enteresan tıpalar taktıklarını düşünmesem, sen o kadar güzel olmasan, ben böylesine kadir kıymet bilmesem bambaşka bir hayatım olabilirdi.

İhtimaller insanı bazen delirtebiliyor. Sana bu satırları kara bir şehrin, az sonra işten çıkıp üstünü değiştirdikten sonra çocuğunu okulu için uyandırmaya gidecek olan, hayatın hoyratça savurduğu kadınların bulunduğu izbe kaldırımlı kara bir sokaktan yazıyorum. Ellerim üşüyor. Işıklarını kapatın şehrin, yıldızlar gözükmüyor!

Ellerim üşüyor ve hiçbir şey senin ellerin kadar sıcak tutmuyor ellerimi.

Gün geçtikçe hava soğuyor burada. Etrafımı saran dümdüz beyazlık ölümü hatırlatıyor bana. Ölüm diyorum. Ölümden bahsettim mi sana hiç? O büyük uykudan, o sonsuz huzurdan, o büyük kaçıştan. Bir romandan okuyor gibi değil, azığında birkaç hikayesinden başka lokması olmayan, hayatın yükünü alnındaki kırışıklıklarda taşıyan, varoluşunu bir hikayeye tutunduran bir dengbejden dinliyor gibi değil, hayır. Canlı canlı mezarın içine nasıl girdiğimi gösterdim mi hiç?

Beni her gece nasıl öldürdüğünü anlattım mı sana? Sabahın yağmuru ve anıları yanına alarak üstüme saldırmasını anlayamadığımı, keskin bir çığlıkla her gece uyandığımı, her gün takım elbiselerle aynı mezara girmekten korktuğumu, her sabah ama her sabah duvarda senin yansımanı görmeden uyuyamadığımı, geceleri çok üşüdüğümü, aşık olurken bile plan yapanlardan tiksindiğimi, sana yetimhanedeki bir çocuğun hiç görmediği şefkat kadar uzak olduğumu, caminin yolunu unuttuğumu anlattım mı sana?

Radyoda senin şarkın çalıyor. Burada dağları saran beyazlık gitgide artıyor. Dilimin ucuna gelip sana söylemediğim tüm kelimeler bir makas gibi dilimi kesiyor, acıtıyor, kanatıyor.

Dilimi kanatıyor.

Sana söylemediğim şeyler dilimi kanatıyor. Göğsümde üst üste yığılmış duran cümleler nefes alıp vermemi zorlaştırıyor. Gece olunca oyun kuruluyor ve ben tüm söyleyemediklerimi söylüyorum ama dilim hâlâ kanıyor. Dilim çok kanıyor.

Kar yağıyor kente sensiz bir geceden. Karanlık, kovulmuyor düşüncemden. Hazirana kadar bu kar kalkmayacakmış yerden. Bunu söylemiş miydim?"