Yüce ALLAH, yarattığı insana, sınırlı bir sorumluluk ihsan etmiş ve onu irade kuvvetiyle donatmıştır. İrade sahibi olmak, şuurlu bir varlık olan insanın yaptıklarından sorumlu olması ve bu sorumluluğun sonuçlarının muhatabı kılınmasıdır. İrade, onun aynı zamanda fiillerini seçme hürriyeti olduğunu ifade eder.

İnsan, seçilmiş bir varlık olarak bu âlemin en sevimli ziyneti (süsü) sayılmıştır. Hatta inanmak onun fıtratının gereği iken, inanmama, yok sayma, görmezden gelme hakkını da bu iradesi sayesinde kullanmıştır, kullanmaktadır.

Allah yokmuş gibi davranmak, her şeyi ve her yeri cömertçe ısıtan, ışıtan güneşi yok saymak gibi bir açmazla karşı karşıya bırakır insanı,

Gözlerinizi kapar ve güneş yok ki dersiniz. Balçıkla sıvamaya kalktığınız güneş varlığıyla hücrelerinize kadar ısıtmasına rağmen.

Ölümü yok sayanlar ölmedilerdi? İnkâr ettikleri gerçekle ergeç yüzleşmediler mi?

‘’Küçük dağları ben yarattım büyükleri dedemden kaldı’’ diyerek çalım satanlar şimdi mezar çukurunda bekleşiyorlar.

Mümin, Allah yokmuş gibi davranma hakkına sahip değildir.

Çünkü Allahtan kaçıracağı bir hayatı kaçacağı bir yeri yoktur da ondan. Kimin mülkünden neyi kaçıracaksınız?

Mal sahibi mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi,

Mal da yalan mülkte yalan

Var birazda sen oyalan… Diyen yunus ne güzel söylemiş.

Sahibim diyenin sıkıntısı, emanetçiyim diyenin sıkıntısından daha fazladır emin olun. İnsan bu dünyada sahiplik duygusuyla değil, emanetçilik rahatlığı ile yaşamak için vardır.

Allah yokmuş gibi davranmak… Tesadüflerin eseri olduğunu düşünmek demektir.

İrade kuvveti, insan için bir imtiyazdır elbette. Yaratıcı, kuluna güvenmiş ve ona bu alanda hayat imkânı tanımıştır.

Sınırlıdır, sürelidir ama davranışlarının seçiminde özgürdür.

Ya, İmanının izzetiyle mutlu,

Ya da yok saymanın körlüğü ile mutsuz olacaktır.