Varoluşçuluk, bugüne kadar hakkında bir sürü tanım getirilmiş, üzerinde çokça yazılmış bir felsefi akım. Bu akıma tanım getiren her filozof getirdiği tanıma kendi hayat düzleminden anlamlar katmış, bu anlamlar sonucu bir şeyler söylemiştir. Mesela Mounier’e göre varoluşçuluk umutsuzluk demektir, Marcel’e göre özgürlük, Wahl’a göre başkaldırış demektir. Jean Paul Sartre bu akımın en tanınmış filozofu. Varoluşçuluk deyince ilk akla gelen isim.

  Jean Paul Sartre 1945 yılında “Varoluşçuluk Bir Hümanizmdir” başlığı taşıyan bir konuşma yaptı. Bu konuşma daha sonraları bir kitap olarak yayımlandı ve varoluşçuluk felsefesinin başlıca kaynaklarından biri haline geldi. Öyle ki, varoluşçuluk felsefesi ile ilgilenen birinin ilk başvuracağı kitap oldu. Kitap, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya üzerinde gittikçe yaygınlaşan bu felsefi akıma yönelik getirilen eleştirilere karşı başlıklar halinde yazılmış metinlerle başlıyor ve sonrasında Sartre felsefesini anlatıyor.

  Mesela Marksçılar varoluşçuluğa; varoluşçuluğun insanların hep kötü yanlarını gösterdiği, düşkünleri anlattığı, kirli ve bulanık olanı gösterdiği şeklinde eleştiri getiriyorlar. Bundan dolayı insanın eylemsizliğe itildiğini, karamsar olduğunu söylüyorlar. (Bir nebze haklılar) Ayrıca varoluşçuluğun kişiyi tek başına ele aldığını, bütünden kopardığını söylüyorlar.

  Bu getirilen eleştiriye cevap olarak Sartre “bunaltı” kavramını ortaya atıyor. Bunaltı kavramı aslında Kant’ın ödev ahlakından pek de farklı değil. Ödev ahlakında Kant, “Öyle bir eylemde bulunmalısın ki, eylemlerin bütün zamanlar ve mekanlar için geçerli olsun.” diyordu. Sartre’da felsefesini ayakta tutmak, pasif bir düşünce yapısından kurtulmak için bunaltı kavramını ortaya atmış ve bu kavramla şunu anlatmıştır: Kişi bütün insanlığa karşı sorumludur. Bu sorumluluğu taşıyan kişi, yaptığı eylemleri bir yasa koyucu sıfatıyla yapmalıdır. İşte bu noktada Sartre varoluşçuluğu pasif bir düşünce yapısından çıkartıp gerçek hayatla temas eden bir akıma dönüştürür. Ayrıca bunaltı kavramı Marksçıların getirdiği bütünden koparma eleştirisine de cevap niteliğindedir çünkü kişi eylemiyle bütün insanlığa sorumludur. Bu isnat edilen sorumluluk varoluşçuluğun kolektivizme bakan yönüdür.

  “Varoluş özden önce gelir.” Sartre’ın bu sözü varoluşçuluk felsefesinin en ünlü ve en önemli sözüdür. Şu anlama gelir: İnsan önce var olur sonra özü oluşur. İnsan, bir şeyler yaparak, birtakım edimlerde bulunarak, bir şeyleri seçerek bir “şey” haline gelir. İnsanın yaptığı her seçim aslında onu oluşturur. Yani insan önce ne olacağını bilip ondan sonra şekil almaz, önce şekil alır ondan sonra bir şeyler olur.

  Sartre kendi içinde geliştirdiği bu tutarlı felsefe ile 20. yüzyılın en önemli filozoflarından biri oldu. Yaşarken değer gördü, önemsendi, takdir edildi. (Her ne kadar sömürgeciliği savunan askeri gizli örgüt tarafından evi iki kez bombalansa da)

  Sartre’ı bir haftada anlatmak mümkün olmayacağı için haftaya Sartre’ı anlatmaya kaldığım yerden devam edeceğim. Şimdilik bu kadar.