Aslında bu başlıkla yazmıştım daha önceleri işlenen bir cinayetin ardından.

Zor yazılar bunlar düşündüklerinizi, hissettiklerinizi tam olarak yansıtmıyor kelimeler.

Daha doğrusu yetmiyor derdimizi ifadeye…

İnancımızdan ve geleneklerimizden beslenen kadim kültürümüzün köklerine bakarsanız, anneye, kadına bakışın kodlarını bulursunuz. Bu kodlamada saygı ve sevgi başköşededir.

Merhamet ve şefkat hemen yanı başındadır.

Bu kodlamada,

Cennet annelerin ayakları altındadır.

Sizin en hayırlınız hanımlarına iyi davrananınızdır.

Bir insanın canına kıyan tüm insanlığı öldürmüş gibidir. Başlıklarına rastlarsınız.

Ancak nasıl ve nereden geldikleri belli olmayan eli kanlı maço hödükler istila etti huzur alanımızı.

Hastalıklı düşünceleriyle boy göstermeye başladılar. Toplumun en değerli parçası,  yani ana kartı olan aileye de sızdılar.

Kimi evlat (!), kimi koca (!), kimi baba (!) rolündeydi.

Ay ışığında kurt adama dönüşür gibi mutasyona uğradılar.

Kadın cinsine karşı kirli bakış açılarını hayata geçirdiler.

Boş bakan gözlere, kan kokan sözlere,

Yaşam hakkına uzanan ellere sahip olduklarını öğrendik çok geçmeden.

Vicdana dair bir iz yoktu soğuk bedenlerinde.

Toplumun farklı kesimlerine dağıldılar.

Eğitimli eğitimsiz olmaları fark etmiyordu.

Aynı rezil niyette buluşuyorlardı.

Yüzlerce örnek arşivlerde tozlana dursun,

Her gün adeta yarışırcasına yenileri ekleniyordu listeye.

Bu sürdürebilir olmaktan uzak bir sosyal yara,

Bırakın tedavi edilmeyi, kangren olma yolunda emin(!) adımlarla ilerlemekteydi.

Emine Bulut’a ağıt yakıp, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi

Hayata devam etmek daha da ağırdı.

Çok şey yapılabilirdi.

Bataklığı kurutmak yerine tek tek sivrisineklerle mücadele yöntemi benimsendi.

Meydana geldikçe dikkatimiz çekildi.

Bağırdık çağırdık

Ağladık sızladık…

O kadar.

Yetkili yetkisiz

Etkili etkisiz

Hepimiz bu vicdansızlığın altında kaldık.

Ciddi zaaf noktalarının olduğu kanaatim pekişmiş durumda.

“Ultra Hödükler” bu cesareti nereden buluyorlar anlamaya çalışıyorum.

Durumun sıradanlaşması ve birkaç gün konuşulup arkasının bırakılması ve tabi balık hafızamız bizim asıl sorunumuzdur.

Toplumun manevi dinamikleriyle bağının zayıfladığı tezini, insanın yaşama hakkını bu kadar tehdit eden tablodan yola çıkarak bile öngörebilirsiniz.

Yüzbinlerce kadrolarıyla ilgili kurum ve kuruluşlar,

On binlerce uzman, üniversiteler ve sivil toplum…

Ne yapacaklar bilmek istiyorum.

Merhamet medeniyetinin insanları ve inananları olarak

Karşılaştığımız bu gerçekle nasıl yaşarız sormak istiyorum.

İroni yapmıyorum.

Ümidimi canlı tutmaktan başka derdim yok.