Depreminin dilimize kazandırdığı(!) deyimlerden biridir bu başlık. Öncesinde de vardı şüphesiz, ama sanki daha bir vurgulu kullanıldı o dönem. Genellikle Müteahhitlerin ihmal ve kusurundan bahsederken yeterli ve gerekli malzemenin kullanılmamış olması, yapının hakkının gasp edilmesi anlamında yaygın bir kullanıma sahipti.

  Malzemenin esirgenmemesi yetmez, ayrıca kalitesi de önemliydi. Yapının hakkını verecek kaliteli ürünü kullanmak da bir güven göstergesiydi. Aslında bir tür hırsızlıktan bahsediyoruz. Öyle ki sadece çalmakla kalınmamış, manen kul hakkına da girilmiş, nice mağduriyetlere sebep olunmuştur. Hak edileni vermemek, yapılması gerekeni yapmamak, bilinmesi gerekeni bilmemek, ihmal etmek, önemsememek, adam sendecilik, bir anlamda böylesi bir hırsızlık türünün ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır.

  Malzemeden çalmak, kısmen tasarruf gibi görünür. Kazanmak(!) amaçlı yapılır, oysa kaybedişin ilanı, riskin, zararın, ta kendisidir.

  Standart değerlere uygunluğu ve sağlamlığı garanti edecek bir malzeme kullanılmadığında, yapının her türlü yıkıma hazır hale gelecek olması bilinmeyen bir gerçek değildir.

İşte bu benzetmeden hareketle, manevi(ruhsal) ihtiyaçları karşılanmamış, ihmal edilmiş nicelerinin, tüketen, harcayan,  vuran,  kıran, yıkan, döken asalak bir parazit gibi etraflarına ve topluma zarar vermeye odaklı tipler haline dönüşmeleri kaçınılmazdır. Oysaki bizim ‘İnsanlık’ mesaisine katkı sağlayarak değer üreten bal arısı karakterlere ihtiyacımız vardır.

  Manevi dinamikler, ahlaki değerler, geleneksel kültürel mirasımız çocukluktan başlayan bir ihtiyaç silsilesi halinde ve yeterli referans aralığında, mutlaka insanlık harcına katılarak şahsiyet oluşumunu fıtrata uygunluk derecesinde inşa etmelidir. Onun için insan hak ve onuruna aykırı ne varsa, bu eksikliğin bir anlamda ortaya çıkışıdır. Bu hemen bugünden yarına olacak bir iş değil, uzun yıllar ve belki bir ömür sürecek zamana yayılabilir. Sosyal hayatın “İnsanilik” katsayısı, bu mesaiye yapılacak katkıyla kemal noktaya ulaşmalıdır. Eğitim süreci bu çabanın görünen pratik yüzüdür. Nasıl ki, kan değerlerinin sağlık işareti olması için referans ölçüsünün minimum ve maksimum seviyelerinin üstüne çıkmaması, ya da altına inmemesi gerekiyorsa, azı eksiklik, fazlası tehlike ve risk demekse, kişilerin ve toplumların can değerleri olan ahlaki erdemlerde aynı ölçüde hayati önem taşımaktadır.

  Örneğin, sevgi insanın ruhsal ihtiyaçları içinde vazgeçilmez olanıdır. Ancak kararı ve dozu aşıldığında, adeta bir şefkat zehirlenmesine neden olacağını veya eksikliğinin insanı nasıl bir kişilik bunalımına götüreceğini söylemek kehanet olmasa gerekir. Bu konuda toplumda ifrat ve tefrit seviyesinde nice örneklere rastlamak mümkündür.

  Dostluğun, arkadaşlığın, komşuluğun, akrabalığın, anne ve baba hakkının, evlat ve aile sorumluluğunun, iş ahlakının, selamlaşmanın, hal hatır sormanın, kişinin tabiatla olumlu ilişkilerinin daha nice anlamlı fiilin insanlık mesaisinin pratik sonucu olarak kazandırdıklarını inkâr edebilir miyiz? Ancak, bütün bu anlamlı ve değerli insani kavramların ve değerlerin hakkını vermemek, malzemesinden çalmaktır ve bir gün mutlaka negatif bir geri dönüşümü olacaktır.

Esirgediğimiz bir selam, bir merhaba, esirgediğimiz saygı, haksızlığın bir başka türüdür.

Hile yapmak, dürüstlüğe aykırı fiillerde bulunmak, malzemeden çalmaktır.

Malzemesinden çalınmış bir yapının ilk zorlanmada yıkılışına şahit olmak ne acıdır. Bu yıkımın nesiller boyu hissedilmesinde bu aymazlıkların, ve ihmalin büyük payı olacaktır.

İbadet ederken bile, ibadetin hakkını vermemek, o ibadetin malzemesinden çalmak demektir. Kaliteden mahrum bir kulluk, Hak katında değer bulmayacaktır.

Sorumsuzluğu hayat tarzı haline getirenler bilmelidirler ki, hepimiz aynı gemideyiz. Gemi su alırsa bu hepimizin risk altında olduğunu gösterir. Bunu bilmeden, fark etmeden yapmış olmak, sonuçlarına topyekûn katlanmak zorunda kalışımıza engel değildir ne yazık ki.

  Böylesi mahrumiyetlere maruz bırakılmış bir toplum, hakları konuştuğu kadar sorumluluklarını da hatırlamalı ve gündeme getirmelidir.