Özellikle son birkaç yılda önemine vurgu yapılan manevi destek veya manevi rehberlik alanındaki çalışmalar daha da yoğunlaşarak ve toplumun nezdinde bir gündem maddesi olarak konuşulmaya başlandı. Bu durumun bir ihtiyacın gereği olduğunu söylemek mümkün olduğu gibi, toplum bünyesinde meydana gelen ahlaki yozlaşma, inanç temelli sorun ve sıkıntıların ciddi boyutlara ulaşmasının gerektirdiği bir arayışın sonucu olduğu da ifade edilebilir. Meselenin bilimsel ve sosyolojik tahliline girecek değilim. Gündem oluşturmuş olması bakımından özellikle bu alanda görev yapacak olanların nitelikleri ve görev tanımı da üzerinde çalışılan bir husustur.

  Özellikle inanç temelli buhranlar sıkıntılar, bir anlamda teolojik(ilahiyat) yönüyle de üzerinde durmaya değer bir konudur. Din psikolojisinin konu başlıkları arasında yer alması bunun göstergesidir.

   Psikoloji biliminin verilerinden de yararlanmak suretiyle bilimsel ve metodolojik bir yaklaşım asla göz ardı edilmemelidir.

Manevi rehberlik konusunda bazı üniversitelerde ve özel eğitim kurumlarında, uzaktan eğitim yöntemiyle uygulamaya başlanan müfredatla ilgili ciddi bir çalışma ve emek sarf edildiği gerçeğini dile getirmem gerekir. Ancak, uzaktan eğitim yöntemiyle bu eğitimlerin veya kursların ne kadar başarılı olacağı hususunda ise bazı tereddütlerin oluştuğu ve kısmen bu tereddütlere hak verdiğimi belirtmeliyim. Günümüzde internetin iletişimde ciddi yer tutması nedeniyle bu nimetin kolaylıklarından yararlanılması talebi gayet doğaldır; fakat manevi rehberlik gibi, altyapı isteyen, psikoloji, ilahiyat ve iletişim bilimleriyle ilintili böylesi önemli bir hizmet alanının, belli bir eğitim aşamasından sonra verilmesi gereğine vurgu yapmak isterim.

  Bu eğitimi alacak kişilerin mutlaka bir lisans programından mezun olması, hatta ilahiyat lisans mezunlarının özellikle psikoloji dalında veya manevi rehberlik alanında lisansüstü eğitim görmesi gerektiği, konunun bilimsel analizi ile meşgul olanlarında dikkat çektiği bir husustur.(Özdoğan,372;2009- Ay,46;2017)

   Bu anlamda, teorik tecrübeye de yer verilmeli, staj ve benzeri uygulamalar ilgili kurumlarda yeterli sürede gerçekleştirilmelidir.

   Başvuru için herhangi bir mezuniyet şartının aranmamasına gelince; bu durum katılımın nicelik olarak artmasını sağlayacak olsa da, içerik ve kalite anlamında ciddi problemlere sebebiyet verecek ve eleştirilere konu olabilecektir. Günümüz gençliğinin özellikle sapkın düşünce ve akımlara karşı uyarılması, doğru bilgilendirilmesi, sağlıklı bir inanç yapısına kavuşturulması, zihnen ve ruhen tatmin olmalarına ve sorularına cevap bulmalarına bağlıdır. Bu da liyakat ve ehliyet gerektiren bilimsel bir zemin üzerinde yapılmalıdır.

HASTANE POLİKLİNİKLERİ…

   Merak ettiğim bir hususu sağlık yetkililerimize iletmek isterim. Bir yakınımı psikiyatri kliniğine götürmüştüm. Poliklinikte yani muayene odasında doktor dışında, birde hemşire bulunuyor malum. Özellikle hastalık hikâyesine bizzat doktorun kendisinin şahit olması lazım iken, hastamızın bu durumuna poliklinik hemşiremizin kulak misafiri olması şart mıdır diye düşünmeden edemedim. Hemşirenin, bir tanıdığının kızı olduğu gerekçesiyle randevusunu iptal ederek başka bir gün ve farklı bir doktora gittiğini benimle paylaşan dostumun da sözcüsü olayım bu arada.

Bu durum hasta hakları açısından dikkate alınmalı mı? Ya da ne kadar etik merak ediyorum. Yurt dışında görevli bulunduğum süre içinde gittiğim poliklinik odasında, doktorun dışında kimsenin bulunmadığı,(Dil bilmeyenler için zorunlu olarak tercüman dışında) hemşirelerin muayene ve görüşme sonrası hizmetler için devreye girdiğini gözlemlediğimi belirtmek isterim.

 YALOVA KİTAP OKUYOR…

  En çok kitap okuyan şehirlerarasında yapılan bir ankette, Yalova’nın 9. sırada bulunması güzel haber gerçekten… Böylesi bir derece takdire değer. Süper ligde oynamak gibi bir şey bu.

ŞÖHRET AFETMİŞ GERÇEKTEN.

  Şöhret afettir buyurmuş hazreti peygamber. Buradan hareketle şöhret olmak bir yana, orada kalabilmek, onu hak edebilmek ayrı bir meziyet istiyor. Cebi azıcık para görünce feleğini şaşıran, ne oldum delisi, sonradan görme tipler var ya, ne isimleri kaldı ne arayıp soranları. Hani şu bizim Mesut Özil var ya,  dikkat edin şöhret ona da ağır gelmiş belli.

  Anlayacağınız, gitti gidiyor, bitti bitiyor…