Güven duymak, güvenilir olmak Arapçada iman kökünden gelen bir özelliği barındırır içeriğinde. Allah resulü peygamberliğinin öncesinde bu vasfıyla öne çıkmış belirgin bir ana karakterin sahibiydi.

  Bu asil duruş, “Muhammed’ül emin ”tanımlamasının hayata yansımasıdır aslında.

Henüz muamelat ve ibadete dair ayetler inmemişken,

“Muhakkak ki, Sen büyük bir ahlak üzeresin”(Kalem s.4) hitabıyla Yüce Allah, elçi olarak seçtiği kulunun en önemli vasfını tanıtıyordu. Ahlakın, inanç alanının zemini olduğu, Hz. Peygamberin şahsında tüm insanlığa ilan ediliyordu.

  “Ben ahlaki fazilet ve meziyetlerin tebliğcisi, hatırlatıcısı ve yaşamda daha çok yer almasına katkı sağlamak adına, zedelenen insan onurunu tamir etmek, insanlığı, İlahi vahyin haber verdiği fıtrat ahlakına davet etmek için gönderildim” şeklinde tefsir edebileceğimiz “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim”(Muvatta Husnul huluk 8) hadisi bu anlamda konumuzu özetler niteliktedir.

  İmanın hayata yansıyan yönüyle güvenmek, peygamberliğin de sıfatlarından sayılmıştır. Peygamberlerin (As.) rol model olarak örneklikleri, onların şahsında ümmetlerinin de aynı zamanda bu kıymetli özelliğin muhatabı oldukları düşüncesini pekiştirir.

“Emanet zayi edilince kıyameti bekleyiniz(Buhari, İlim 2) hadisi şerifi, güven olgusunun toplumsal dinamizmin temel unsuru olduğu düşüncesine ulaştırır bizi. Kaybedilişi ise, sosyolojik kıyametin de alameti olarak değerlendirilmelidir. Bütün bu dinamikler manevi yaşam alanımızın vazgeçilmezleri olarak düşünülmelidir.

  Menfaate ve dünyevi beklentiye feda edilmeyen mübarek dostluklar kurmak ne büyük bir nimettir. Birbirlerini Allah için seven, sayan ve değer veren kaç yürek var bu toplumda? Maneviyat, soyut bir kavram olarak maddiyatın karşıtı ve zıttı gibi görüleceğinden ziyan edilen her bir değerin, değer olmaktan çıkarılıp fiyata dönüştürülmesi toplumsal kıyametin işaretlerinden sayılmalıdır.

  Kendisine emanet edilen sorumluluğu kötüye kullanmak veya istismar etmek, hakkını vermemek bir çeşit kıyamet değil midir?

  Örneğin; Dürüstlük kavramının rüşvet vb. gibi sefil bir menfaate kurban verilmek suretiyle ziyan edilmesi, o kişinin bu erdemi kaybedişi ve bu değeri fiyatlandırması anlamına gelmez mi?

  İffeti bir fazilet olmaktan çıkararak, şehevi haz uğruna, başka süfli beklentiler için pazarlık konusu yapmak, fiyata tahvil etmek değil midir?

Paranın, menfaatin satın alabildiği her şey fiyat üzerinden işleme tabi tutulur ve değer olmaktan çıkar.

 O yüzden Maneviyat maddi çıkarlara feda edildiğinde, MANEFİYATA dönüşür.