Kanımız dondu geçen hafta. Bir “insan diyemeyeceğim  mahluk eşini çocuğunun gözü önünde boğazını kesiyor ve ölümüne neden oluyor. Bunu da sosyal medyaya servis eden maalesef ilkyardım yapacağına, hayat kurtaracağına video çekmekle meşgul oluyor. İnsanlığımdan utanıyorum. Bu tür haberleri izlediğimde vücut kimyam bozuluyor, haftalar boyu kendime gelemiyorum.

Bu tür insanlık dışı dramlarla sıklıkla karşılaşır olduk.  Ama bunu topluma sunuş ve adeta seyirciyi ekrana ve gazetelere kilitleme amacıyla mizansenin en abartılı şekilde ortaya konularak, insanlık duygularımız paçavra edilerek insanlığımızdan utanır hale gelmiyor muyuz? Yeter artık bu tür haber ve olayların ekranlara yansımaması lazım. Kısır döngü içine girdik. Şiddet medya için çekim gücünü, çekim gücü de şiddeti doğuruyor. Bilgisayar oyunlarında kan ve şiddetle oynayan, büyüyen çocuklar şimdi sokak ortasında arkadaşını doğruyor. Bir baba eşini, kızını kesip biçiyor ve sonra hiçbir şey olmamış gibi kahveye okey oynamaya gidiyor. Ya da cinsel nitelikli ve aklımızı yitireceğimiz ilişkiler topluma öyle veriliyor ki her şey normalmiş gibi algılıyoruz. Burada medyanın hiç mi sorumluluğu yok. Ekranlardaki bu şiddet toplumun ruh sağlığını her geçen gün nasıl etkiliyor farkında mıyız? Sokaklardaki, aile içindeki şiddet eğiliminin artması, geçimsizlik ve huzursuzluğun türevleri hep bunalım olarak ortaya çıkıyor. Ailelerin burada içine düştükleri ruh halini neden kimse dikkate almıyor. Türk toplumu bu mudur? Eroin oturumlarında altın vuruşla gencecik bir nesil mahvolup giderken reytinge kurban giden sadece gerçek kurbanlar değil, aday kurbanlar da. Bu kadar şiddetle gerilen ortamda sağlıklı bireyler olamaz. Bir bayan çıkıyor ve cinselliğin tanrıçasıyım diyerek aile yapımızla alay ederken kimsenin gıkı çıkmıyor. Bireysel yaşantısında ne yaparsa yapsın ama toplum önüne sanatçıyım diyerek bu kimliğini kullanarak aile yapımız ile dalga geçemez. Her çiçekten bal almanın maharet olarak sunulduğu yaklaşımla bir yere gidilemez. Toplum yapımızla adeta dalga geçilerek reyting alınmaz. Kuyuya atılan taşlar artık başımızı yarıyor. Emineler, Aliler bizim çocuklarımız değil mi? Bizim eğitim sisteminden geçerek, toplumumuzun değer yargılarıyla büyümediler mi? Sonuç? Sonuç tüm açıklığı ile ortada.

Sorumluluğun büyüğü eğitimde ve medyadadır. Artık adli tıp uzmanlarının ders alabileceği teknik detaylara kadar girebilen programlar var iken daha çok şiddet haberleri görürüz. Bu şiddet gün gelecek bize de bulaşacak. Aile içi güven ve saygının kalmadığı ortamda çocuk elbette huzuru dışarıda arayacaktır. O zamanda örümcek ağına düşen sinekten farksız kötülüğün pençesinde kıvranacaktır. Kaybolan çocuklar, organ mafyası, terör örgütleri hep bu olumsuzlukları fırsat olarak kollamaktadırlar.  

İlk sözümüz merhamet, son sözümüz hoşgörü olsun. Birbirimizi bir canlı olduğumuz için sevmeliyiz Yaratan’dan ötürü...

Toplum olarak bir yerlerde yanlışımız ya da eksiğimiz var ki bu tür tablolar oluşuyor. Gerekli yaptırım ve caydırıcı önlemlerde eksik kalınıyorsa, toplum vicdanında idam cezası zaten belli suçlar için talep edilen bir olgu oldu. Maneviyatımızı sorgulamamız lazım. Kör kuyudaki bir karıncanın bile hakkı varsa üzerimizde nasıl gündemdeki olayların hesabını vereceğiz? Daha fazla sevgiye, merhamete, anlayışa ihtiyacımız var.

Önce kendi ruh dünyamızda sakinlik, sonrasında da aile içinde, sokakta, mahallede, şehirde daha fazla uzlaşıya ihtiyacımız var.

Daha fazla merhamete, daha fazla insanlığa...

Başka bir yazımda buluşana kadar kalın sağlıcakla.