Şair Ahmet Telli tehdit edildi. Ben buna sevindim. Demek ki Türkiye’de, şiir, hala ciddiye alınan bir şey. Demek ki şairler abuk birtakım laflar eden adamlar değil de ne dediği önemli olan insanlar.

  Bu köşede yazmaya başlarken günlük kaygılardan uzak, insanı derinlemesine düşünmeye sevk eden konular hakkında yazacağıma dair kendi kendime (verdiğim her sözü çiğnediğimi bildiğim halde) söz vermiştim. Bu verdiğim söz de tıpkı diğer sözler gibi çözüldü.

  Geçen hafta ajanslara düşen bir haber beni üzerinde uzun uzun düşünmeye sevk etti. Haberde şunlar yazıyordu: “Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki Hacettepe Kitap Topluluğu’nun düzenlediği bir etkinliğine katılan şair Ahmet Telli, bir grup öğrenci tarafından protesto edildi. Telli’yi tehdit eden öğrencilerin salona girmek istemesi üzerine salonun boşaltılması istendi. Ahmet Telli, söyleşiye katılan öğrencilerin olaylardan etkilenmemesi için salondan ayrıldı. Kendisinin tehdit edildiğini ifade eden Telli, “Arkamdan slogan attılar. ‘Hacettepe sana mezar olacak’ diyerek bağırdılar. Taksiye gidene kadar sloganları devam etti” dedi.

   Ahmet Telli ne severek okuduğum şairlerdendir, ne de düşüncesini benimserim ancak ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına göz yummak ve buna tepki göstermemek adalete sığan cinsten bir davranış değildir.

   Voltaire’in sözüydü yanlış hatırlamıyorsam: “Seninle aynı fikirde değilim; ancak senin fikrini özgürce söyleme hakkın için canımı bile veririm.”

  Meselenin özü bana kalırsa bu. Bir başkasına tahammül olmadığı müddetçe ne bir barış sağlayabileceğiz, ne de yol alabileceğiz. Bu aslında insana da bir görev yüklüyor. O görev şu: Her birimiz gösterdiğimiz eylemlerden sorumlu olduğumuz gibi göstermediğimiz tepkilerden de sorumluyuz.

  Yine halk arasında yaygın olarak kullanılan bir sözdür: “İkimiz de tamamen aynı düşünüyorsak ikimizden birine gerek yok demektir.”

  Farklı fikirlerin ve düşüncelerin olmadığı kültürler yozlaşmaya, baskıcı olmaya, özgürlükleri kısıtlayan bir anlayışa dönüşmeye mahkumdur. Düşüncenin ilerlettirici gücü ona sunulan anti-tezdir. Ancak dünya tarihinin seyrine baktığımız zaman hiçbir zaman yeni ve farklı olan fikrin toplum tabanında kabul gördüğüne rastlanmamış. Çünkü topluluklar kendilerini güvende hissetmek için yeni ve farklıdansa alışılmış ve eskiye tercih ederler. Hakikatin kaynağının otorite olduğuna dair olan anlayış kendisine dünya tarihide daha fazla yer edinmiştir ancak insanlığa pek bir şey sunamamıştır maalesef.

  Ülkemiz özelinde ve belki genel olarak dünyada yaygınlaşan linç kültürü birçok parametreye bağlı olarak gelişiyor. Sosyal medya bu parametrelerin en azılısı. Anonim bir kimlik edinen birey, tanınma olasılığı olmayınca, içindeki tüm canavarı ortaya çıkarabiliyor. Çıkan canavar yere düşen insana vurulan her tekmede daha da canileşiyor. Sosyal medyada görünmez eller, işitilmez sözlerle yapılan bu linç günlük hayata da aksedince ortaya bugün ki elim tablolar çıkıyor.