Kimi belediye başkanları ve kurum yöneticileriyle ilgili gündeme gelen eş dost ahbap akraba tayinleri, dikkatimizi tekrar ballı torpil haberlerine çevirdi. Aslında konuyu, gündem oluşundan bir hafta önceki yazıma başlık yapmıştım.

Torpil diye tarif ettiğimiz bu olgunun, sosyolojik ve psikolojik tahliline girmeden kabaca görüntüsünden bile ürkmemiz gerektiğini izaha çalışmıştım.

Ve aslında toplum olarak bizim ciddi karın ağrılarımızdan biriydi bu.

Her dönem, örtülü örtüsüz konuşulur, geçiştirilir ve unutulur giderdi.

Aslında sadece şu veya bu kurumdaki yanlış tasarruflardan ziyade, bir zihniyet dönüşümü ve kötü niyet ilanından bahsediyoruz.

Daha da tehlikelisi, meseleye bakış açısının sığlaşması ve normalmiş gibi algılanmasıydı.

Başkası yaparsa haram ama bana gelince mubah anlayışının gittikçe pirim yaptığı bir zeminden bahsediyoruz.

Adına menfaat dediğimiz, yarar sağlama, faydalanma anlamında bir ganimet duygusu depreşir içimizde.

Ve ona ulaşmak için her yol mubahtır. Kendimize özel muamele talebimiz, bu beklentiyle oluşur.

Ve biz başkalarında görüp çokça eleştirdiğimiz aksaklık ve eksiklikleri kendimiz yaparsak mutlaka sevimli gösterecek bazı gerekçeler ardına sığınarak yaparız.

Temel esaslara uymak ve o hakikatler karşısında hizaya geçmek yerine, hakikati kendimize uydurma çabamız bence en büyük zaaf noktamızdır.

Bunun içindir ki ümmet ölçeğinde iki yakamız bir araya gelmemiştir.

Liyakati adaleti ve sadece hakkı öncelemenin Farz oluşundan habersizmişiz gibi yapmak,

Devekuşu misali kafamızı kuma gömmekten ibarettir. Biz görmesek de hakikat vardır ve

ALLAH nezdinde ölçü O dur.

Kuralların herkesi bağlayıcı olduğu ilkesini delmek, zedelemek adaleti tersyüz etmek demektir.

Liyakat ölçülerinin saf dışı edildiği bir toplumsal yaşamın huzur bulması mümkün olamayacaktır.

Acaba bu durum, aile efradına, akrabalarına özel ilgi göstererek onları hak etmedikleri makamlara getirmenin, hatta orada tutmanın toplum vicdanında nasıl karşılık bulacağı konusu üzerinde çalışmadıkları için mi meydana gelmişti?

Ya da muhatap oldukları toplumun gözünün içine baka baka, iyi niyetlerini istismar etme ve güvenlerini kaybetme riskini göze almış bir pişkinliğin çok ötesinde bir şey mi? Bilinmez

Kanaatimce her ikisi de söz konusu. Kimileri iş üzerinde yakalanmış olmanın mahcubiyetiyle

Kimileri de kendilerinin de inanmayacakları sentetik mazeretler öne sürerek durumu geçiştirmeye çabaladı.

Bu, ya tuzun koktuğunun işaretiydi, Ya da vicdani bir çürümüşlüğün ayak sesleriydi

Muhafazakâr veya modern olsun fark etmez, söylem ve eylemlerin bu kadar ters düştüğü yer, ancak vicdani bir hırpalanmanın merkez noktası olabilir.

Hukuken bir engel olmadığı tezi, ahlaken uygun olduğu anlamına gelmez. O duruma kitabına uydurmak şeklinde bir isimde verirler zaten.

Anlayacağınız “Söz konusu menfaatse gerisi teferruattır”. (!)

Unutulmasın ki;

Vatandaşımızın sağduyusu, zamanı geldiğinde en uygun cevabı vermesiyle ünlüdür.