Geçtiğimiz günlerde bir haber düştü medyaya: “Bir belediye, Suriyeli ailelerin plaja girişini yasakladı.” diyordu.

   Neresinden tutarsan tut elinde kalacak bir haber ve uygulama. Her şeyden evvel bir göç dalgasıyla buralara sığınmış olan insanların zihninde deniz ölümle eş anlamlıyken, bu algıyı kırıp denizle barışabilmelerini kutlamak yerine orayı yasaklamak en hafif tabirle halden anlamamazlıktır. Mülteciler konusunda konuşmamız gereken şeyler var, evet, yok değil. Demografik yapı, ödenek külfeti gibi şeyleri oturup gerçekten konuşmalıyız ancak savaştan kaçıp gelmiş insanlara asgari düzeyde bile olsa yaşam hakkı tanımamak insanlığa sığacak cinsten bir yaklaşım değildir. Umarım ki bu belediye yaptığı hatanın çabucak farkına varır ve bu uygulamadan vazgeçer.

**

  Adam telefonu açtı. Kadın hiçbir şey demesine fırsat vermeden konuşmaya başladı:

“Deniz kenarındayım. Konuşalım diye aramadım seni. Şu an hissettiğim şeylere yakın bir şeyler hissedebilecek biri varsa o sensindir diye aradım. Konuşmana gerek yok. İçimdekileri boşaltmam gerek. Beni buna tetikleyen yalnız kalmama ihtiyacı ya da insanın hissettiklerini birine hissettirme arzusu mu bilmiyorum. Bazen taşıyor işte deniz, sularını salıyor bir yerden. Bazen de hissettiklerinin yüce şeyler olduğunu düşündüğünden anlatmak istiyor insan. Biliyorum, nasıl olduğumu merak edip, “Nasılsın?” diyeceksin şimdi. Bu sorunun bir karşılığı yok. İnsan, insanın nasıl olduğunu anlayamaz, bunu iyice anlıyorum artık. Odalardan, insanlardan, oturup kalkmalarımdan anlıyorum. Sıkılganlığımdan, her şeyi yarıda bırakmalarımdan. Konuşmak, anlatmak, birbirimize nasıl olduğumuzu sormak o kadar beyhude ki. Kalıplar, metal sorular… Bir büyük buğu sanki bütün bunlar.

Ama belki bir parça hissedebilir diyorum insan, bir parça neler hissedebildiğini birinin. Bir şarkıda, fotoğrafta, mısrada belki. Ya da bakışta, susuşta, iç geçirmede. Bilmiyorum. Bir şeyleri açık açık konuşmak başka şeyleri örtmekmiş meğerse. Ve o örtülenmiş sırtımıza bu kadar yükü bindiren.

Kelimeleri inanmayı bıraktım. Bir zamanlar çatlarcasına inandığım kelimelere inanmayı bıraktım. Keyifle içilecek bir sigarayı zehre, güzel bir geceyi kabusa çevirebilecek kadar güçlü olduğuna inanırdım. Kaybettim ama kelimelere olan inancımı. Bu yüzden konuşmuyorum galiba artık kimseyle. İstiyorum ki konuşmadan anlasın karşımdaki olan biteni. Nefesim neden daralıyor, niye sıkıntı basıyor güneş batınca, geceleri neden uyuyamıyorum bir çırpıda anlasın.

İyice anladım. Kelimeler, hislerimizi yamultmaktan başka bir şeye yaramıyormuş meğerse. Ama yine de: Deniz, karaya yakın mavi, gittikçe büyüyen beyaz köpüklü dalga, şehrin ışıkları, konuşmadan, sardunya.”

Telefon kapandı. Adam kendi kendine şunları söylendi bütün gece: “Bir şey kaybedilmişse bir gün bulunmak içindir.”