5 Aralık: Kadının Ruhunun Hakkı

Türkiye, 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyarak yalnızca bir hukuk reformu yapmadı; toplumun ruhuna da yön verdi. Atatürk’ün liderliğinde atılan bu adım, bugün sosyal psikoloji açısından hâlâ “toplumsal bir iyileşme hamlesi” olarak kabul edilir. Çünkü bir kadına verilen hak, aslında tüm toplumun iyilik hâline dokunur.

Kadınların yıllarca maruz kaldığı görünmez emek, psikolojik şiddet, baskı ve sessizleştirilme; bireysel değil, kolektif bir travmadır. Bilimsel araştırmalar, kadının haklara erişiminin ruh sağlığı üzerinde doğrudan koruyucu etki yarattığını gösteriyor. Eşitliğin olduğu toplumlarda kaygı azalır, özgüven yükselir; aile içi ilişkiler daha sağlıklı hale gelir.

Nörobilim ve sosyoloji çalışmaları da aynı gerçeği söylüyor:

Kadının sosyal, ekonomik ve siyasi hayata tam katılımı; ülkenin refah düzeyini artırır, şiddeti azaltır, karar mekanizmalarında daha dengeli politikalar üretir.

Türkiye, 1934’te dünyaya örnek olan cesur bir devrim yaptı. Ancak bugün kadın hakları yalnızca hukuki bir mesele değildir; kadının ruhunun, benliğinin ve sınırlarının korunması da bu mücadelenin bir parçasıdır. Çünkü kadın sadece eşitliği değil; güvenliği, görülmeyi ve duyulmayı da hak eder.

Atatürk’ün “Bir toplum, kadınlardan ve erkeklerden oluşur. Toplumun bir parçasını geri bırakırsanız, o toplum ilerleyemez” sözü, bugün hâlâ en güçlü yol haritamızdır.

5 Aralık, bir kutlama günü değil; bir hatırlatma günüdür.

Kadının hakkı, sadece sandıkta değil, yaşamın her alanında teslim edildiğinde gerçek anlamını bulur.

< type="adsense" data-ad-client="ca-pub-3844663626812831">