Yaşadığımız, Batı için, yeni bir şark meselesi gündemidir!
Gücümüzün farkına vardığımızın, bilinmesi meselesidir.
Ve olan, yüz yıl öncesinden gücüne gem vurulup, genleriyle oynanan millet ruhunun, yeniden köklerini farkedip, kendi rotasını çizme girişiminin yarattığı 'kontrolden çıkma' kaygısı ve bunun verdiği hazımsızlıktır.
Birinci Dünya Harbi'yle ipimiz çekilmişti, biz Kuva-yı Milliye ruhuyla topyekün birlik mücadelesi verip, Milli Mücadele denilen bir destan yazdık ve 11 milyonluk berelenmiş bir nüfusla,"Yurtta sulh, cihanda sulh" deyip, gücümüzü yeniden kazanmak için 'Ergenekon'umuza çekildik.
Kuva-yı Milliye ve Milli Mücadele, bir var oluş mücadelesidir; 20. Yüzyıl ve Cumhuriyet, bir 'Ergenekon'dur milletimiz için.
"On yılda on beş milyon genç yarattık her yaşta"nın anlamı budur.
2. Dünya Harbi tufanından uzak durmamız, bu bilincin sonucudur.
Üstümüzdeki Batı sultasını, yüz yıl boyu sineye çekerek ve onların ezberlettiği tekerlemeleri söyleyerek, bütün engellemelere ve yönlendirmelere rağmen, çoğaldık ve güçleniverdik.
Nato'ya, iki kutuplu dünyada, Türkiye'yi elde tutmanın yollarından biri olarak dahil edildik; AET ve Avrupa birliği rüyasına, oyalayarak kontrolde tutmanın bir başka yolu olarak inandırıldık, yarım yüzyıl boyunca.
Kontrol altında tutulmamız ve saklı gücümüzü fark etmeden yaşamamız için, ne gerekiyorsa yapıldı. Milli mücadele'nin önderini dahi, dogmalaştırarak, milletin dinamizmini durdurmak için kullandılar bu uğurda, yıllarca...
Yarattıkları kaos senaryoları ve 'darbeler üçkağıdı'yla, dönem dönem, milletin enerji ve birikimini buharlaştırdılar. 15 Temmuz işgal girişimi, bu emelin son büyük hamlesiydi ama, millet yeni bir 'Milli Mücadele' destanı yazdı ve bu hamle kılçık gibi boğazlarına takılıp kaldı. Çıkaramıyorlar hâlâ...
Millet, kendi haklı davasını güttüğü her durumda ambargolar ve 'yumuşak karnımızla' oynanmak suretiyle, yeniden zapturapt altına alınmaya çalışıldı. Kıbrıs hadisesi ve kırk yıldır Güneydoğu'da kaşınan etnik terör süreci bunların örneği.
20. Yüzyılın başında ipimiz çekildiğinde, 11 milyon zayıf ve düşkün insan varlığına sahip olan Türkiye, bugün ihtiyaç sahibi milyonlarca nüfusa kucak açan, 80 milyonluk dinamik bir insan zenginliğine sahip ve Ergenekon destanında demir dağı eritip tarih sahnesine çıktığı gibi, bugün etrafına örülen kuşatmayı eritip yeniden çıkmak azmini taşıyor.
-Nereye?
-Tarihe hükmeden milletler sahnesine. -Zira üç kıtanın kavşak noktası bu değerli coğrafi merkezde sümsük bir devlet olarak ayakta kalınamaz, bunu, beş bin yıllık devlet bilinci bize söylüyor. Yani: Bu coğrafya ya şahlandırır, ya gömer!..-
Mevzu bu!
Gel gör ki, 'Ergenekon'dan çıkarken, aynı zamanda kontrolden de çıkıyor Türkiye.
Bu biliniyor!
Irak'ta, Suriye'de ve uluslararası tüm mahfillerde yapılan hamlelere kayıtsız itaat etmek yerine, gücü nisbetinde karşı hamle geliştiren Türkiye...
İşte Batı nezdinde kabul edilemez olan bu!
Ve şimdi kalkmış 'demir dağı' eritmeye, evinin içinde yeniden, kendi bildiğince hareket etmeye ve 'töre' oluşturmaya çalışıyor.
Bu, 'Türkiye bizimdir' deyip genlerine kadar nüfuz eden Batı nezdinde, 1300 yıl önce, Orhun vadisinden yükselen Bilge Kağan'ın: "Ey Türk titre ve kendine dön!"sesi mucibince milletin kendine dönmesi anlamını taşıyor; zira bugün:"Biz bize yeteriz!" diye bir 'ses' yükseliyor Anadolu'nun kalbinden ve yüzyıllık ast-üst ilişkisi berhava oluyor!
Dolayısıyla bu, siyasi, ekonomik ve coğrafi mimariyi oluşturan Batı açısından kabul edilemez bir durum olarak görülüyor.
Hazımsızlık bu yüzden!
Yıllarca bir nefesde söndünmeye alıştıkları, Anadolu'nun bağrında yanan cılız ateş kümeleri, bugün, topyekün bir Anadolu ölçeğine ulaştı ve söndürmek için üfledikleri her nefes onu daha da büyütmekte ve gün gelecek dev rüzgarlar estirerek gelseler de kâr etmeyecek ve bacalarını saracak o ateş, kim bilir!..
Korku bu yüzden!
Batı, çocuklarını:"Türkler geliyor" diye korkutmak istemiyor yeniden!..
Hazımsızlık bu yüzden.
Evet, mevzu bu!
Evet demeyen var mı buna?..