Nobel ödüllü, Amerikalı hak ve eşitlik savunucusu Martin Luther King’in tarihi konuşmasının başlığı ve ana temasıdır bu söz. Ömrünü ırkçı ayrımcılığa karşı mücadele ile geçiren King, bu konuşmayı yaptığında henüz 34 yaşında 300 bin kişiye hitap eden bir liderdi. Mücadelesi uğruna kendisine düzenlenen suikastta 39 yaşında hayatını kaybedene kadar, ülkesinde insanların sadece ten renkleri farklı olduğu için ayrımcılığa maruz kalmamaları adına çalıştı. Amerikan rüyasını yaşayamamış siyahi vatandaşların haklarını ellerinden alıp, onlara ikinci sınıf insan muamelesi yapan yönetim anlayışı, King’in ölümü sonrası ABD’nin 60 şehrinde çıkan protesto olayları neticesinde, ulusal yas ilan etmek zorunda kalmıştı. Yine aynı anlayış ölümünden 9 yıl sonra ona özgürlük ödülü verirken, adına her yıl düzenli olarak kutlanan bir anma günü tahsis etmişti. Buna karşın dünyada ve ABD’de ırkçılık bugün bile hala taraftar bulabiliyor. Siyahi Amerikalılara yapılan insanlık dışı muameleler yaşanmaya devam ediyor.
Irkçılık çok beter bir şeydir. Toplumun içten içe çürümesine neden olur. Birlik ve beraberlik duygusunu ortadan kaldırır. Aslında; temelde karşısındakini yok saymanın farklı versiyonlarından oluşur. Bazen milliyet bazen ten rengi bazen dini inanç ve bazen de hayat felsefesi farklılıklarını dert etme ile vücut bulur. Sizin farklılıklardan duyduğunuz rahatsızlık ölçüsünde beslenir. Bulunduğu ortamda değerleri yozlaştırır. İnsanı insan yapan; özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk ve dayanışma duygularını hemen ortadan kaldırır. Aslında bir anlamda bireyi de yalnızlaştırır.
Lafı nereye bağlayacağımı merak edenler sabırsızlanmasın.
Türkiye; Suriye’de yaşanan iç savaş neticesinde uyguladığı açık kapı politikası neticesinde, dünyanın en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkesi konumuna geldi. Ülkemizin bu birinciliği de bu birinciliğe konu olan statüyü de asla hak etmediğini düşünenlerdenim. Sadece Suriyeli olsa gene iyi. Afganlısı, Pakistanlısı, İranlısı, Iraklısı ve birçok ülke vatandaşı Türkiye’yi sığınılacak liman olarak gördü ve açık kapı politikasından da yararlanarak ülkemize giriş yaptı. Yapmaya da devam ediyor. İş çoktan savaş mağdurlarına sahip çıkma idealinden başka bir şeye evrildi. Kaç milyon yabancı ülkemize giriş yaptı?
Bunu; resmi veriler başka, uluslararası kurumlar başka, siyasetçiler başka cevaplıyor. Halk ise bunlardan bağımsız, sadece etrafında gördüğü ve her geçen sayıları artan yabancılara bakarak rakamlarla değil, kendi konfor alanında yaşadığı daralmaya bakarak ölçüm yapıyor.
Irkçı değilim. Bunu hem binlerce yıllık bir geçmişe sahip, altı asırdan fazla dünyaya nizam vermiş ve 72 milletten insana adaletle hükmetmiş bir milletin mensubu olarak hem de ırkçılığı yasaklayan, “Acemin Araba, Arabın Aceme üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece Allah’a yakınlıktır” diyen elçiye sahip bir dine mensup biri olarak söylüyorum. Hümanist duygular taşıyan ve insanları Türk-Kürt, Yerli-Yabancı, Alevi-Sünni ve buna benzer ayrımlarını ön plana çıkarıp ötekileştirmeden, hepsine İnsan-İnsan olarak bakan bir düşünceye sahip biri olarak yazıyorum.
Ancak bu sığınmacı meselesinde itiraz ettiğim hususlar var. Öncelikle işin özünden uzaklaşarak savaş mağduruna el uzatmaktan, toplama ülke olma yoluna girmesini kabul etmiyorum. Milyonların bir anda hücum ettiği bir yerde, entegrasyon beklentisinde olmanın ve uyumdan bahsetmenin ise cahillik olacağı kanaatindeyim. Bu işin neden olduğu büyük mali külfetin, Türk Toplumu’nun sırtına kambur olmasından da çokça rahatsızım.
Bu itiraz ve karşıtlıklarımın; ülkelerini yeniden imar etmek adına ihtiyaç duydukları iş gücü için kendileri bizzat davet ederek, işlerini gördürüp ardından davet ettikleri Türklere karşı ırkçılık kartını masaya koyan Almanların duruşları ile bir benzerliği de asla yoktur.
Sayılarının bence kontrolden çıktığına inandığım ve adına; mülteci, sığınmacı, geçici sığınmacı, düzensiz göçmen, kaçak göçmen ne deniyorsa, bu insanların ülkemize rahatça girip, sadece misafir oldukları bir yerde, kendilerini ev sahibi yerine koyup, her türlü özgürlüğü kendilerinde hak olarak gördükleri bu meselede, bir an evvel bir tedbir alınması gerektiğini düşünüyorum.
Son seçimlerde, tek argümanının bu konu olduğu, yeni kurulan ve ilk defa seçimlere giren Zafer Partisi’nin aldığı oya bakarak, toplumun bu konudaki rahatsızlığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Yine bu konuda muhalif tüm partilerin “Hepsini göndereceğiz” diyerek, söz verdikleri de gözlerden kaçmamalıdır. Bu muhalefet bloğunun seçimlerde oyların yarısını aldığı unutulmamalıdır. Üstüne üstlük iktidarın bu konuda; “Bir kısmı gitti. Evler yapıyoruz. Daha da gidecekler” diyerek konuyu artık “Hiçbirini göndermeyeceğiz” noktasından bu noktaya taşıması manidardır. Üstelik sınır güvenliği konusunda yapılan eleştirilere, üst perdeden çok sert cevaplar verilirken, ülkede resmi rakamlara göre 5 milyon kaçak göçmen olması ise nasıl izah edilebilir çok merak ediyorum.
İşin sonunda benim de bir hayalim var…
Türkiye’nin etrafındaki komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmaya devam ettiği, binlerce kilometre ötedeki emperyal güçlerin oyunlarına gelmeyip, yanı başındaki kapı komşuları ile asla ters düşmediği, sınır güvenliği noktasında meşhur “kuş uçurtmayız” nitelemesinin eksiksiz, fakatsız ve amasız gerekliliklerinin karşılanabildiği, ülkemize bir vesile ile giriş yapmış olan tüm göçmenlerin bir iç huzursuzluğa sebep olmadan ve demografik yapının değişimine yol açmadan, misafirliklerini tamamlayıp huzurlu birer ortam olmuş kendi yurtlarına geri döndüğü, bu misafirliğin ekonomik yaralarının bir an evvel sarıldığı bir Türkiye hayali. Yoksa kötü komşu ev sahibi yapar sözü doğru çıkmaya devam edecek. Bizim yurdumuz olan bu topraklar, mültecilere yeni ev olacak…
Kalın Sağlıcakla…