Yağış ve bereket ayı Nisan’la birlikte, kış günleri boyunca hasretini çektiğimiz yağmurlar, nihayet kapımızı çaldı. Camlarımıza vuran damlaların çağrışım yüklü ritmiyle uyanmak gerçekten büyük bir keyif…
Sabah kalkınca yüzümüze avuçlar dolusu vurduğumuz su, nasıl uykunun derin katmanlarından uyanıp gözümüzü dünyaya açmamızı sağlıyorsa, Nisan yağmurları da cemrelerin umut dolu silkelemesiyle derin kış uykusundan uyanmaya çalışan tabiatı öyle uyandırıyor ve coşturuyor… Yemyeşil çayırlar, çiçeklenmiş ağaçlar, bahçeler, gittikçe sıcaklığını sırtımızda daha çok hissettiğimiz güneş ve efil efil bir rüzgâr… İşte bahar bu!
Nisan güneşin yağmurla yıkanmış yüzüdür. Biraz gözyaşıdır, biraz umuttur… Yağmur sesidir. Toprak kokusudur, topraktan buhar gibi yükselen gelecek umududur. Nisan’lar, baharın ter ü taze günleridir.
“Ebr-i Nisan”, Divan Edebiyatı’nın önemli mazmûnlarından biridir. Bu mazmûna göre: Nisan yağmurunun ilk damlası istiridyenin içine düşerse inci tanesine, yılanın ağzına düşerse de zehre dönüşürmüş.
Mecaz dünyasının pîri olan eskiler: Nimetin, ehlinin elinde üstün bir değere dönüşürken, niyeti bozuk kişilerin elinde nasıl öldürürcü bir silaha dönüşebileceğini başka nasıl anlatabilirlerdi.
“İşi ehline verin!” düsturu, hakkaniyetin önemini vurgularken, aynı zamanda, nimetlerle donatılmış dünyada hüküm sürecek olan hayatımızın kalitesini artırmanın yolunu da göstermiyor mu? Mekân ve zaman insansız hiçbir şey hükmündedir! Onu cennete çeviren de cehenneme dönüştüren de insandır.
Türlü nimetleriyle insanoğluna bahşedilmiş dünya, tüm görkemiyle önümüzde durmakta: Kışıyla, yazıyla, baharıyla… O halde kendimize sormalıyız; Bize düşen nedir: Ebr-i nisanı zehre dönüştüren yılan olmak mı; yoksa inciye dönüştüren istiridye olmak mı?
Nisan tazeliğinde günler dileğiyle…