GELENEĞİN RAYLARI ÜZERİNDE GELECEĞİ İNŞA ETMEK

Bir sarkaç gibiyiz zamanın orta yerinde. Ağaçlar nasıl gökyüzüne sular nasıl büyük denizlere doğru akıyorsa, bizler de zaman ırmağında dünden yarına doğru öylece ilerliyoruz. Bu akış her şeyde ve her yerde var. Dün, bizim daha donanmış ve netleşmiş bir dimağla yarına gidebilmek için hazırlandığımız bir laboratuardır.

“Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir.”

Evet, akışta temizlik vardır. Atalarımız: “Akan su kir tutmaz” demişler. Akış, diğer bir deyişle “sürdürülebilirlik” demektir. Bugünden geleceğe mahmuzlanırken geçmiş, bizim arkamızda bir yol gösterici bir pir-i fani olmalıdır.

Peki. Geçmiş,  kendisiyle bir hesaplaşmaya gidilmeden bizim için bir yol gösterici, bir itenek olabilir mi? Netleşme, tartma, tartışma süreci yaşanmadan yani bir hesaplaşmaya gidilmeden gerçekleşebilir mi?

Evet, geçmişin ve geleceğin ana dinamiklerini ve asıl akması gereken damarını yakalamak için geçmişle bir hesaplaşmaya gitmek şarttır. Geçmişin birikimi bir süzgeçten geçirilmedikçe ‘yarını tasarlayan bugün denen genç’in üzerinde o bir yük ve bir kamburdur. Bu kamburla uzun soluklu yolculuğu gerçekleştirmek mümkün değildir. Geçmiş, geleceği inşa yolculuğunda bizleri ne aradığını bilen bir netliğe doğru yöneltiyorsa bizim için bir güçtür.

Hayat iyisiyle kötüsüyle yaşanır… Bize düşen yaşananların sorgulamasını yapmak; akışı engelleyen setleri, sorun noktalarını ortadan kaldırmak, geçmişin bu önemli deney ve birikimlerini akışa katmaktır. Bu böyle olursa zaman bir kesitin adı olmaktan ziyade bir sürecin adı olur ve bu suretle ferah ve geniş zamanlara ulaşırız. Bizler bu akış ruhunu savunmalı, yaptığımız her şeyi bu akışa katkı olarak düşünmeliyiz. Zamanı geniş zamanlara dönüştürürken onu bir aydınlanma süreci bilinciyle kurgulamalıyız.

Geçmiş bir birikimdir ve bu yolda bizim azığımızdır. Ancak sorgulanarak arızalarından arındırılmış bir birikim bizi duru bir geleceğe bakma hakkına sahip kılar. Bu birikimin bizi kucaklayan sonsuz heyecanı aynı zamanda gençliğimize gençlik katan bir itenektir. Tecrübeyle donanmanın verdiği güvenle ayakları yere basan genç, kökleri suya varan bir ağaç gibidir; geçmişin birikimiyle donanmış, geleceği kucaklamanın heyecanıyla dinç ve dinamik…

Köksüzlük trajik bir hayattır.

Hayat bizi her zaman sıcaklığı içimize vuran mutedil bir bahar gibi kucaklamaz. Depremi, fırtınası vardır bu yolculuğun. Ayaklarımız yerin derinliklerine ne kadar nüfuz etmişse, başımız o oranda göğe yükselir. Aksi halde bir hacıyatmaza dönmek kaçınılmazdır. Doğrularınız kaybolur, istikametiniz yok olur.

Gelenekler toplumların ayağı altındaki raylar gibidir. Bu raylardan kopuş,  hayattan kopuş,  zamandan kopuş ve akışın kesintiye uğraması demektir. Her yeni kuruluşun acemiliğini yaşama bahtsızlığına neden razı olalım.

Geleneğin bu soylu akışı sürmelidir. Bu bizim yeni nesillere karşı sorumluluğumuzdur ancak;  akış sürerken, akıştaki mekanizmalara karşı sorgulayıcı gözle yaklaşmak da bizim bu akışın selameti uğruna göstermemiz gereken hayati bir sorumluluktur. Sorgulanmış bir gelenek arızalarından arındırılmış bir gelecek demektir. Geleneğin önemine inanmak ve onu sürdürmek, ancak onu daimi bir sorgu imbiğinden geçirmek gibi bir üslubu benimsemek kaydıyla kabul edilebilir olacaktır. Bu, ping pong masasında topu daima oyunda tutmak gibi kopuşsuz akan bir süreç demektir.

Devrimler de bir arınma denemesidir ancak; belli bir kaotik ortamdan geçerek yaşanmak zorunda olmaları büyük riskleri bünyelerinde barındırmalarına neden olur. Devrim ve karşı devrimler süreci, adeta bir sosyal patinaj sendromuna dönüşebilir. Bu karakteri itibariyle devrimler birer travma özelliği taşır. Dengeyi sağlamanın bedeli, insan hayatı ve zaman kaybıyla ödenir.

Sorgulanmış gelenek demek aslında bir devrimcinin ağzındaki “sürekli devrim” sloganını tersinden okumak şeklinde de değerlendirilebilir; ama değişim olgusunu kriz noktasına getirmeden gerçekleştirmek şartıyla. Önemli olan hayatın damarlarında akan öz suyun sürekli arı tutulmasını sağlamaktır; bunun avantajı ise kopuşsuz yaşanan bir süreci bizlere sunuyor olmasıdır.

Gelenek Güzeldir.

Raylarından gidilir geleceğe ve güvenli bir yolculuğun adıdır o!

Ancak bakım ister her şey gibi; yoksa köhner,  geleceğe yol açması bir yana geçmişin derinliklerine gömer sizi. Ufkunuzu kaybettirir. Gerçeklik algınızı yok eder bir türbedara dönüştürür sizi!..

Oysa “Ateşi yanık tutmaktır gelenek, külleri korumak değil!”

Zira kültür, yaşanmıyorsa yaşamıyordur!

Yunus’un ifadesiyle:

‘Her dem yeni doğmaktır’ gelenek!

O ritmi yakalayıp kaybetmemek ne güzel…

Zamanı ve geleceği sahiplenmektir o.

Zamanı ve geleceği sahiplenenlere selam olsun.

< type="adsense" data-ad-client="ca-pub-3844663626812831">