KENTİN YAPAY DÜNYASINDA İNSANİ OLANA DOĞRU

Tabiatı bir bütün olarak düşünmek lazım… Var olan hemen her unsur, hem bir yaşam alanı, hem de yaşamın kendisidir. Tabiatta olan veya tabiatı oluşturan bütün unsurlar,  birbirine insicam halinde bağlıdırlar. Bu bağlı oluş, bir anlamda varlığın ve hayatiyetin, sürdürebilirliğinin zeminini oluşturur.

 

İşte insan da, bu tabiattan bir parça oluş veya tabiatın içinde oluş özelliğiyle, tabiata muhtaçtır; mecburdur. Yani insanın doğal yaşam döngüsü, tabiatla bütünlük teşkil eder.

 

İnsan tabiata yöneldikçe, kendine yönelmiş olur, ondan uzaklaştığı nispette kendinden uzaklaşır.

 

Etrafımızda var olan nesneleri doğal ve yapay diye ikiye ayırabiliriz. Doğal olanları, kendimizi de içine dâhil edebileceğimiz insanüstü yaratıcı kudretin eserleri olarak tanımlayabiliriz ki bunlar aynı kudretin yaratma espri ve anlayışının izlerini taşımaları bakımından bir uyum içindedirler. Dolayısıyla bu uyum, hayatın bütününe bir hoşnutluk, ahenk ve tamamlanmışlık hissi olarak yansır.

 

Bir de ya yaratılmışlardan insan eli değmiş olan nesneler vardır ki etrafımızda, bunları yapay başlığı altında sınıflandırabiliriz.

 

İşte, doğal olanla yapay olan arasında,mental kaynağın farklı olmasından dolayı kaçınılmaz bir uyumsuzluk vardır.

 

İnsan değiştirebilen tek varlıktır. Hatta batı düşüncesine göre insan doğayla mücadele içindedir, doğayı alt etmek insan türünün doğayla mücadelesinde değişmez bir ufuktur.         

 

İnsan yeryüzü denilen doğal yaşam alanına bırakılmış ve o kendine yeni yapay dünyalar kurmuştur.

 

Şehirler yeryüzünde insan eliyle kurulan yapay yaşam alanlarıdır. İnsan doğasıyla birebir uyumlu yerler değildir. Bir bakıma onlar insan zevk ve düş dünyasının fantastik ürünleri ve bir yönüyle de üretim tüketim ilişkisinin zorunlu sonucudurlar.

 

Bu, sonradan oluşan, sanayi çağıyla birlikte yok edilen doğal zenginliklerle ve insanı yapay dünyaya mahkûm eden şehir olgusu, insan türünü umutsuzluk ve yabancılaşma duygusuna gömmüştür.

 

Kente yön verenler olarak bu bağlamda, insana doğal olanı yani kendisini hatırlatan unsurları sunma mecburiyetimiz vardır.  Makinenin otomasyonuyla kıraçlaşmış olan insanın iç dünyasını, doğal derinliği ve zenginliğiyle buluşturarak yeniden mümbit hale getirmemiz lazım.

 

Bütün bunlar, kent hayatının yapaylığı içinde insana yeniden kendisini hatırlatacağımız kültürel, sanatsal etkinliklerle mümkündür ve bunlar içinse, içinde kültürel verimleri en etkili biçimde sergileyeceğimiz kültür ve sanat mekânlarına olan ihtiyacımız inkâr edilmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Bunların eksikliği, yüzeysel, kısır ve insan gerçeğinden uzak bir dünyaya evet, insan ve medeniyet perspektifine ise hayır demek olur. 

 

Bu zemin üzerinden ilerleyerek kentleri insani kılmanın yollarını sonraki yazımızda irdeleyeceğiz. Haftaya devam edeceğiz, sevgiyle kalın…

 

 

< type="adsense" data-ad-client="ca-pub-3844663626812831">