Kentlerin, insan eliyle kurulmuş yapay yaşam alanları olduğunu, bir önceki yazımızda ifade etmiştik. Yani kentler, aslında insan doğasıyla birebir uyumlu yerler değil: güvenlik, iş bölümü, iletişim ve üretim tüketim ilişkisi gibi zorlayıcı birtakım nedenlerin dayatması sonucu inşa olunmuş yerlerdir.
Ancak, yukarıda saydığımız belirleyici unsurlar, hayatı mekanik bir döngünün içine hapseder, bu döngü ise insan ruhunun mahpesi haline gelir. İnsan ruhunu dar kalıplara hapseden bu yapay çevrede, onun özgürleşme arzusunun tek sığınağı olan kültür sanat dünyası, nefes almanın tek yolu olarak görünüyor.
Kente yön verenler olarak, insanımıza bu imkanı sunmalıyız. Sanatın değişik alanlarının boy verdiği ve onun yanı sıra kültürel çalışmaların teorik derinlik oluşturduğu bir kent, benzerleri arasında, etrafına ışık saçan yüzüyle öne çıkacaktır; iç yüzünde ise kendini gerçekleştiren ve aşma eğilimi gösteren insanın mutlu dünyası, sorunlar karşısında güçlü bireylerin varlığı karşımıza çıkacaktır. Böyle bir ortamda şiddetin ve suçun en aza indiği, sosyolojik bir gerçektir. Zira insanın iç dünyasının ahenge evrildiği böyle bir ortam, kaosa değil, medeniyete kapı aralar.
Her bir köşesinde şiir dinletileri, tiyatro gösterileri, resim sergileri, kütüphaneler, müzeler, sinemalar, sportif etkinlikleri, müziğin ve güzel seslerin boy verdiği bir kent, gerçek anlamda yaşayan bir kenttir. Uygarlığın kapıları buradan aralanır ve uygarlığa buradan yola çıkar; aksi durum ise kakafonik, kaotik bir didişme diyarıdır.
Gelin görün ki, Yalova'nın kültür sanat etkinlikleri için var olan mekanları, ihtiyaca cevap verecek nitelik ve yeterlilikte değil ancak, herşeye rağmen eldeki imkanlarla da yapılacak şeylerin olduğu görmezden gelin memeli.
Tabii ki, bütün bunların arzu edilen boyutta gerçekleşmesi için kentin kültür sanat mekanları, yani kültür sanat altyapısını inşa etmesi zorunluluğu vardır. Bunları gelecek yazımızda dilegetireceğiz.