Rızık ve rızık korkusu

İnsan yaratılmadan rızkı yaratılır derler. Dolayısıyla Allah her canlı dünyaya getirdiğinde, dünya nimetleri tüm canlılara yetecek seviyede dengelemiştir.

"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitaptadır.“ (Hud 6) buyurulur Kur’an’da.

Allah dünyanın her yanına farklı zenginlikler vermiştir. Bazı yerlerde madenler, bazı bölgelerde akarsu, bazılarında deniz, bazısında yeraltı yakıtları, güneş, yağmur vs. şeklinde nimetler dağıtılmıştır. Aslında bu dağılım, insanların birbiriyle yakınlık ve ilişki kurup gelişmelerini sağlamak içindir.

İnsanlar gezip farklı bölgeleri keşfettiklerinde, gördükleri yeni nimet ve rızıkları talan ve işgal etme, o bölgenin insanlarını yok ederek oraları işgale yönelmişlerdir. Oysa bağ kurma, ticari ilişkiler kurmayı tercih etseler, bu nimet ve rızıklar Yaradan tarafından tüm dünyaya yetecek şekilde dizayn edilmiştir. Ama insanlığın aç gözlülüğü, rızkı Allah’ın vereceğine inanmadığı için vahşi yöntemlere yönelmişlerdir. Bu gün bu tercih, dünyayı yaşanmaz hale getirmiş, varlık içinde insanlık yokluğu yaşamaktadır.

“Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. (Maide 87) Aslında bu ayet kriter alınsaydı, insanlık nimet ve rızkı israf etmeden, kendine yeterince kullanarak bu nimetleri kullansaydı, bu gün dünyanın yarısı aç, yarısı obez olmazdı. Sınırsız tüketim ve israf, sadece obez yapmıyor, insanı vahşileştiriyor, hak hukuk tanımaz yapıyor, başkalarının nimetlerine yan gözle baktırıyor, sonra aşırı tüketimle oluşan obezlik ve türevi hastalıkları tedavi için hayat konforunu bozuyor. Kısacası 70 yıllık hayatı nimetler içinde huzurdan vareste geçip gidiyor.

Rızık insanın çok çalışmasıyla, çok akıllı veya bilgisiyle orantılı değildir. Rızık elbette bunlarla ilgili olsa da, Allah nasip etmemişse, en çok çalışan en zengin olmuş olmaz. Eğer rızık akla, ilme göre verilseydi, hayvanlar cehaletleri sebebiyle helâk olurlardı.

Allah herkese nasip ettiği kadar rızık verir. Bu nedenle rızkı meşru ve helal yoldan elde etmek ve kullanmak gerekir. Rızkımız az olduğunda da hayıflanmaya gerek yok. Bu gün az, yarın çok olabilir. Rızık ve nimetlerin azlığında da bir sınavımız var, çok olduğunda ise ayrı bir sınavımız bulunmaktadır. Bu şu anlama da gelir ki, azlıktaki tahammülümüz varsa, zor şartlarda yaşayabilmeyi de öğrenmiş oluruz. Bolluktayken dağıtmasını bilirsek, paylaşmayı ve şükrü öğrenmiş oluruz. Dolayısıyla nimet ve rızkın azlığına üzülmek, çokluğuna sevinmek göreceli ve insanın tevekkülü ile ilgilidir.

Bir hikaye ile yazımı bitirmek istiyorum; ‘Balıkçının biri nehrin kenarında olta ile balık avlamak için bekler. Ancak saatlerce beklemesine rağmen oltasına bir av düşmez. İyice acıkmıştır, akşam üzeri olmuştur. Tam bu esnada nehrin taşkın sularından bir ceketin geçtiğini görür ve galiba bu ceketin içinde benim rızkım diyerek oltasını cekete takar ve kenara çeker. Bir de ne görsün içinde adam var.

Onu zorla kenara çeker ve dışarı çıkartır. Ölmek üzere olan adamın içindeki suları boşaltarak onu canlandırır. Adam kendine gelir. Avcı torbasındaki az miktardaki ekmeğini adama yedirip, kendisine gelmesini sağlar. Adam balıkçıya çok teşekkür eder. Sen olmasaydın, şimdi ben ölmüş olacaktım der. Balıkçı da balık tutamasam da bir can kurtardım diye sevinir. Adam yemekten sonra ellerini yıkamak için nehrin kenarına gider ve ellerini yıkarken tekrar azgın sulara düşer ve boğulup gider.

Balıkçı ise “Be adam benim ekmeğime mi göz dikmiştin nehirde. Madem boğulacaktın neden oltama takıldın? Der. Sonra da düşünür, galiba bu adamın dünyadaki rızkı bitmemişti. Benim ekmeğimi yemek de onun rızkı imiş. Rızkını yedi ve gitti” diyerek kendini teselli eder.

Nasibin varsa gelir Hint’ten, Yemen’den…

Nasibin yoksa ne gelir elden…

< type="adsense" data-ad-client="ca-pub-3844663626812831">