Yalova Devlet Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı Dr. İrem Hamamcıoğlu Yanardöner; “Son yıllarda ebeveynlerin poliklinikte en sık dile getirdiği şikayetlerinden biri: “çocuğumuz bilgisayarın başından hiç ayrılmıyor, bıraksak 24 saat bilgisayar başında kalabilir, buraya gelmesi için bile zor ayırdık bilgisayardan...” sorularıyla karşılaştığını belirtti.

Uzm. Dr. İrem Hamamcıoğlu Yanardöner; “Polikliniğe geliş şikayeti ne olursa olsun – keyifsizlik, kaygılar, sınav stresi, davranış sorunları vs... – bunlara eşlik eden en sık durumlardan biri bilgisayar-internet bağımlılığı. Bir nesil öncenin sokaktan içeri girmeyen çocuklarının yerini zamanla, bilgisayar başından kalkmayan çocuklar almakta. Kalabalık ve plansız kent yaşamının getirdiği sorunlardan çocuklar için oyun alanı eksikliği, güvenlik endişeleri gibi sebeplerle çocuklarının iyilik halinden ödün vermeden, onları eğlendirmek isteyen ebeveynlerin bir kısmı için bilgisayar/tablet/telefon ve internet birlikteliğinin getirdiği kolaylık oldukça rahatlatıcı.  Ancak onları gönül rahatlığıyla sokağa top oynamaya, bisiklet binmeye, ip atlamaya göndermemizin bedelleri var. Ekran başında geçirilen saatlerin getirdiği hareketsizlikten kaynaklı fiziksel sorunlar, kilo alımı, sağlıksız beslenme ve aburcubur tüketimi, sürekli değişen seslere, görüntülere odaklanmaya çalışma sonucunda gündelik hayatta aynı hızla değişmeyen her şeye karşı – örneğin herhangi bir sohbette karşınızdakinin yüzüne, bir kitap sayfasına, öğretmenin tahtada anlattığına – yoğun bir dikkat verememe durumu, sabırsızlık, acelecilik, kazanmaya ve rekabete dayalı oyunların getirdiği kronik mücadele durumu, buna bağlı stres ve öfke kontrol sorunları, karşılıklı konuşarak kurulan iletişimin yerini, parmaklarımızla bilgisayar veya telefon ekranına aktardığımız eksik harfli, kısaltmalardan oluşan, son derece kısıtlı ve yüzeysel bir işaret dilinin alması gibi...

İnternet elbette modern çağın gerekliliği. Birçok alanda hayatımızı kolaylaştırıyor, farklı insanlara, sonsuz çeşitlilikte bilgiye ulaşmamız artık çok kolay. Gerçek hayatı deneyimleme olanakları kısıtlı olan gençler için bu sanal alem büyülü ve sihirli bir dünya. Orada, futbol oynayamadığı için takımlara alınmayan, öğretmen söz verdiğinde heyecandan konuşamayan, farklılıklarından dolayı sınıfta alay edilen çocuk değiller. Sanal alem, sosyal kaygılar yaşayan çocuklardan tutun da, fiziksel farklılıkları olan çocuklara kadar herkes için kendini yeniden var etme vaadi sunuyor. Bu Düşler Ülkesi ilk başlarda yetişkinler için de avantajlı görünebiliyor. Sokak sokak aramadıkları, başına tehlikeli bir iş gelme endişesi duymadıkları çocuklarımızın “dizimizin dibinde” olması başta hoşumuza gidiyor. İşin doğrusu ekonomik kaygılar, iş hayatı, çocukların ve evin ihtiyaçlarının giderilmesi koşuşturması arasında biz ne kadar sosyalleşebiliyoruz, ne sıklıkla fiziksel aktivite yapabiliyoruz? Ama bir noktada çocuğumuzun internetin kara deliğine doğru hızla ilerlemekte olduğunu idrak edebiliyoruz. Ancak bir noktadan sonra çocuğumuzu sosyalleşmeye, hareket etmeye, sanal olmayan iletişim kanallarını kullanmaya ikna etmemiz gittikçe zorlaşıyor.

Tam da bilgisayar ve internet bağımlılığının tüm dünyada bir ruh sağlığı sorunu olarak daha fazla dillendirilmeye başladığı bu dönemde hayatımıza Pokemon Go adında yeni bir fenomen dahil oldu. Piyasaya çıkalı yaklaşık birkaç hafta olmasına karşın, daha ilk günlerden itibaren tüm dünyada her yaştan akıllı telefon sahibini etkisi altına alan bu “arttırılmış gerçeklik” oyunu, akıllı telefonun kamerası ve telefonun bulunduğunuz yeri tesbit etmesini sağlayan GPS sistemini kullanarak, dış ortamda yürüyerek “Pokemon” adı verilen küçük canavarları telefonunuzun ekranında gördüğünüz, ele geçirdiğiniz ve daha sonra yaşadığınız yerde park, meydan gibi ortak bir sosyal alanda sizin gibi diğer oyuncularla savaştırarak puan kazandığınız, seviye atladığınız bir oyun. Piyasaya çıktığı ilk günden itibaren kitleleri peşinden sürükleyen bu oyuna ilişkin hem ulusal hem uluslararası basında yer alan ilk yorumlar, telefon ekranına bakarak yürüyen oyuncuların başına gelen çarpma, düşme gibi kazalara, trafik kurallarının hiçe sayılması sonucu oluşan karmaşaya, dışarıdan bakıldığında ellerindeki telefon ekranını sağa sola sallayan kişilerin oluşturduğu “tuhaf” manzaraya ilişkin olmasına karşın, kullanıcıların deneyimleri, olaya bambaşka bir perspektif de kazandırıyor. Biliyoruz ki fiziksel hareketliliğin, sosyal iletişimin arttırılması, psikiyatrik rahatsızlıklarda olumlu sonuçlar vermektedir. Ancak sıkıntıların yoğun olduğu dönemlerde kişilerin harekete geçmek için o kritik eşiği aşması ve ilk adımı atması– dışarı çıkıp yürüyüş yapması, birileriyle konuşması, sosyalleşmesi mümkün olamaya bilmektedir. Sosyal fobi, agorafobi, depresyon, panik atak gibi ruhsal rahatsızlıklar sebebiyle evden çıkamayan, yaşıtlarıyla ya da diğer kişilerle iletişime geçemeyen, kendilerini sosyal ortamda ifade etmekte güçlük çeken, dışarı çıkmak için isteksiz, enerjisiz hisseden kişiler, bu oyun sayesinde kendilerini dışarı çıkmak, yürümek, insanlarla iletişime geçmek, konuşmak, sohbet etmek kısacası sosyalleşmek için yıllar süren psikoterapi seanslarının ve ilaç tedavilerinin sağlayamadığı motivasyonu hissettiklerini ifade etmeye başladılar. Kimisi günde 30 km’ya varan mesafeler yürüdüğünü, kimisi insanlarla sohbet etmenin düşündüğü kadar korkutucu olmadığını, kimisi kaygılarının, keyifsizliğinin ortadan kaybolduğunu ifade etmekte. Pokemon Go hayatımızda henüz çok yeni ve uzun dönem etkileri üzerine yorum yapmak için henüz çok erken. Her ne kadar kullanıcıların ilk tepkileri olumlu yönde olsa da, Pokemon Go’nun da diğer sanal alem fenomenleri gibi hızla kazandığı popülaritesini hızla kaybetmeyeceğinin, oyuncularına getirdiği olumlu etkileri de aynı hızla beraberinde götürmeyeceğinin garantisi yok. Hatta daha şimdiden ilk başlarda oyunun etkisine kapıldığı halde artık oynamaktan zevk almadığını ifade eden ergenlerle karşılaşmaya başladım. Her halükarda, hayatımıza yeni bir atılım getiren bu oyuna karşı önyargılı olmamakla beraber, hiçbir sanal keyfin, gerçek deneyimin yerini tutamayacağını hatırlatır, herkese çocuklarımızla birlikte, ailece "offline" olmanın keyfine varacağımız güzel günler dilerim !​