Ne yani artık tuz da mı koktu? Bundan böyle iyi -kötü, doğru-yanlış, hatta haklı haksız gibi temel kavramlarımız toplumu var eden bizleri kadim kılan erdem dediğimiz şeyler de mi değişken? Artık bunlarda zamana ve mekana bağlı olarak değişebiliyor mu? Bugün doğru diye inanıp desteklediğimiz hatta bas bas bağırıp uğruna ölüme gideriz dediğimiz şeyler için yarın yanlışmış yalanmış diyebiliriz. Hatta dün eleştirip tü kaka dediklerimiz kişiler, olaylar kavramlar bugün en değerli en kutsal kavramlarımız olabilir.

Velhasıl kelam artık her şey kıvrak ve kaygan bir zeminde kemiksiz kıkırdağımsı bir yapıda devam ediyor. Buda bana çocukken seyrettiğim çizgi film vardı tontonlar – hani hop hop hop değiş tonton diyerek şekilden şekle girerlerdi – çizgi filmini hatırlatıyor. Artık her şey değişmiş değiş tonton olmuş durumda. Bu omurgasızlık, ölçüsüzlük içinde ise zillet ve zulmet içinde yaşayan artık zavallı duruma düşmüş bir toplum.

Tuz koktu deyimi, denetim mekanizmasının yozlaşmasını ifade eden bir deyimdir. Bir olaydaki olumsuzluğu gidermesi gereken unsurun da o olumsuzluğa karıştığını belirtir. Olumsuzluklar karşısında çaresizlik ifade eden "Et kokarsa tuz basılır tuz basılır, tuz kokarsa çare ne?" Adaleti sağlayacak mekanizmalar adaletsiz ise, doğruyu gösterecek mekanizmalar yanlışın parçası ise ne yapacağız. Tuz kokarsa YA DA TUZ GERÇEKTEN KOKTU İSE ÇARE NE?

Hadi tuz kokmuş onu anladık emin olduk, ya şu tuz kokmamış gibi davranan, cennetlik taifeyi ne yapacağız? Cennettik diyorum çünkü gerçekten aklı olmayanın sorumluluğu yoktur ve cennetliktir. Nedir bu gözlerdeki perde kulaklardaki pas kalplerdeki örtü. Bu tavır gerçekten GAFLET, DALALET ve HATTA SONUNDA HIYANETE kadar gider mi? Halka verip talkını kendi yutar salkımı yöneticilerimize tavsiye bile veremeyen bizlerin durumu ve olacak acaba?

Çok sevdiğim bir aydın, güzel insan fikir dünyamın ışıklarından biri Ali Şeriati’den birkaç güzel söz;

Eleştirinin olmadığı yerde, putçuluk başlar. Düşmanlık ile tarafsızlık dışında üçüncü bir yol var, o da fikri sorumluluktur. Bu muhtaç olduğumuz bir şeydir. Düşünme, itaat et diyenlere değil; düşün, sor, sorgula diyenlere kulak ver.

Şimdiki köleler taksitle yaşayıp borçlu ölüyor. Sonradan ilahi adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz edilmesin. Sadece devletin konuşma hakkına sahip olduğu bir memlekette hiçbir söze inanmayın. Dindar bir toplumu ancak din adına, din alimleri kandırabilirdi ve öyle de oldu.

Benim inandığım din, fakirliği teşvik eden din değil, fakirliği küfre götürme ihtimali olan bir durum olarak kabul eden bir dindir. Hz. Peygamber, Hz Ali’nin en büyük öğrencisi Ebuzer şöyle demektedir: “Evin bir kapısında fakirlik girdi mi, diğer kapısında çıkan din olur! Senin dinin, sadece seni kurtaran bir dindir. Ben ise insanlığı kurtaracak ve uğrunda feda olacağım dinin peşindeyim.

Tarih boyunca her zaman din ile din çarpışmıştır, yoksa hiçbir zaman bugün anladığımız anlamıyla din ile dinsizlik savaşı görülmemiştir."

Eğer bir din yetimi korumuyor, kimsesize sahip çıkmıyor, ezilenlerin sesi ve soluğu olmuyorsa yalandır ve afyondur. Bunlar olmadan kılınan namaz, tutulan oruç, gidilen hac, kesilen kurban, ihya edilen kandil geceleri, ziyaret edilen türbeler vesaire Ebu Cehil’in hacılara su verip de yetimi ve yoksulu görmemesi gibi yalandır, afyondur.

Her toplumda, her dönemde ve her kesimde mevcut bulunan yönetim biçimi mevcut bulunan dine karşı duruşu şöyle olmuştur: İnsanoğlunun fıtratında var olan halkın dini inançlarını ve duygularını istismar ederek mevcut durumu meşrulaştırmak ve kitabına uydurmak.

İnsan, hayatı boyunca kazandıkları ölçüsünde değil, aksine kendisinde hissettiği ihtiyaçlar ölçüsünde insandır. Her insanın yücelik ve olgunluk seviyesini, duyduğu ihtiyaçların yücelik ve olgunluk derecesiyle, kendinde duyduğu eksikliklerle tamı tamına ölçmek mümkündür.

Allah’ım! Bana ölüm anında, yaşamak için geçip giden anın ürünsüzlüğüne hayıflanmayacağım bir hayat ve boşunalığının yasını tutmayacağım bir ölüm ihsan et. Bırak, izin ver onu ben, kendim seçeyim; ama sen nasıl razı olacaksan öyle.