İnsan, tarihsel süreç içerisinde bir biçimde sürekli olarak tanımlanmıştır. Antik Yunan’da insan düşünen bir hayvandır, 18.yüzyılda bir makine, 20.yüzyılda kendi kendini oluşturan bir canlı. Ve işin garip yanı, tanımlayan da yine insandır. Yani tanımlama-tanımlanma ilişkisinde hem edilgen hem de etkendir. Kavramların bu iç içeliği her düşündüğümde bana hayret verir. Doğada kendisini tanımlayıp, kendisi üzerine düşünen bir zürafa yahut sarduna göremezsiniz. İnsanın insan olmasını sağlayan şey de bu yüzden sadece düşünce değil, kavramsal düşüncedir. Belli kavramlar, ad koyduğu belli “şeyler” üzerinden bir etkinlik yürütmesidir.

  Gelişim psikolojisi üzerine düşünen bazı psikiyatristler insan davranışlarını tarihsel ve evrimsel bakış açılarıyla açıklamaya çalışmışlardır. Evrimsel bakış açısında, insan davranışları üzerinde evriminin etkili olduğu, davranışlarını gerçekleştirirken bu evrimin etkili olduğunu söylerler. Tarihsel bakış açısına sahip psikiyatristler ise davranışların gelişimi ile ilgili iki durum ortaya atmışlardır. Birinci durum, John Locke’a aittir ve meşhur sözüdür: Tabula rasa. Yani insan zihni doğuştan itibaren boş bir zihindir ve bu boş zihinle meydana gelen yaratık yaşadıkça bu zihnini şekillendirir. İkinci görüş ise Jean Jacques Rousseau’ya aittir. O “soylu vahşi” tabirini kullanmayı seçmiştir. İnsan doğuşundan itibaren doğru ve yanlışı ayırt edebilen soylu vahşilerdir çünkü doğuştan gelen bir ahlak anlayışları vardır. Buna bağlı olarak da gelişimleri de doğaya uygun olur, der. Bugün ise karma teori tercih edilmiş yani bunların sadece birinin değil hepsinin eklektik biçimde etkili olduğu kabul edilmiştir.

  İnsan davranışını belirleyen, yönlendiren şeyler arasında bana mantıklı gelen anlayışa göre, insan davranışını şekillendiren etken iki tanedir. Biri evrimsel süreç diğeri ise ahlak. İnsanoğlu evrimsel süreci içinde belli davranışları öğrendi ve bunları aktarılan genler sayesinde hala sürdürmekte. (Değil sadece davranışlarını, üst neslimizin üzüntüsünü bile genler yoluyla alıyoruz.) Bazı durumlarda ise evrimsel süreç içerisinde edindiğimiz bu kazanımlar, yine insanın yarattığı bir “şey” olan ahlakla çelişir. Bu durumlarda da insanoğlu evrimsel sürecin getirdiği davranış ve oluşturduğu ahlak arasında bir tercih yaparken eylemlerini gerçekleştirir.

  Biz bir canlı türü olarak ne görüyorsak türümüzün bize sağladığı olanaklar çerçevesinde görüyoruz. Algıladığımız her şey, türümüzün görüş ve algılayış sınırıyla kaim. Biz insanız ve bu evrende gördüğümüz şeyler insan olmaklığımızla ilgili, insan olmaklığımız kadar. Bu durumdan değil çıkışımız en ufak bir kaçışımız yok. Üstelik bunun bilincine vardığımızda da insan tarafından üretilmiş olan yüce şey birer oyuncak, birer hikaye, birer oyalanma nesnesi olduğunu anlıyoruz. Çünkü bunların hepsi bizim insan olmaklığımızın sınırları içinde ürettiğimiz “şey”lerden ibaret. Bütün bu ürettiğimizin şeylerin birer kurgu, zaman zaman bizi eğlendiren oyuncaklar olduğunu kabul edersek daha mesud bir yaşam süreceğimize inanıyorum.