Yalova Turizm Uygulama Oteli Toplantı salonunda, Yalova Kaşgarlı Mahmut Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi okul idareciler, gezetecilik ve radyo televizyon baranşında eğitim gören öğrencilere yönelik sunumda bulundu.

İlk olarak usta televizyoncu Ali Kırca’nın özgeçmişi okul müdür yardımcısı Yılmaz Öztekin tarafından sunuldu.

Adından, Kırca sunum için sahneye davet edildi.

Kırca, sunuma başlamadan önce, kendisi hakkında yapılan sunumda bir çok abartının olduğun dile getirdi.  Kendisinin özgemişi ve mesleği ile ilgili şu bilgilendirmelerde bulundu; ‘Sunucu arkadaşımız beni anlatırken heyecanlandığını söyledi, ama bu durumda ben daha heyecanlandım. Şunu da söylemiş olayım,vaktinde yaptığım iş 40 yılı aşkın süren bir iştir. Televizyon haberciliğinden söz ediyorum. Bu 40 yılve o 40 yılın 1 ayı bir haftası, 1 günü 1 saniyesi bile heyecanınızı kaybederseniz, hiçbir şey olmaz. O 40 yıl heyecanla yaşandı ve ancak heyecanla yaşanabilir. Onun için 40 yıl boyunca her akşam yayına çıktığımda aynı heyecanı yaşadım ve şimdi de inanın ATV ana haber bültenini sunuyor olma, ya da siyaset meydanında bir tartışmayı yönetiyorcasına o heyecanı şu anda yaşıyorum. Bu söyleyeceğim sizlerin belleklerinizde kalacak, birinci öğreti olsun. Bu söyleyişin sonunda eğer size bağzı sözcükler kalacaksa belleklerinizde, bağzı cümleler kalacaksa, onlardan birincisi heyecan olsun. Heyecanınızı hiç yitirmeyin. Heyecan yoksa, hiçbir şey yok. Televizyon haberciliğinde, gazetecilikte. Televizyon haberciliği denince, onuda söylemiş olayım, mesleğin ne diye sorulduğunda, işte genelde gazetecilik kimliği bir üst başlık olarak söylenir. Ama ben hiç öyle ifade etmedim kendimi. Gazeteciliği yazılı medyada yapılan bir çalışma alanı olarak gördüm ve ben köşe yazıları yazmak dışında gazeteci olmadım. Ben kendimi her zaman televizyon habercisi olarak niteledim. Türkiye’de televizyon habecisi olarak bunu devam ettiren tek kişiyim.

Söylemiştim ya hani birinci olarak heyecan aklınızda kalsın diye, ben işte burada biografiden bir hayli abartılarak olumsuz olarak söylemiyorum, övgü dolu sözler duydum. Çok çalışmalarımdan söz edildi. O kadar değil yani. İşte ben gazeteciliğe tesadüfen başlamış, gerçekten zorluklardan dolayı başlamış, bu işte bir şey yapmaya çalışmış biriyim. Ama yolun en başından başlamak, hani o kelimeler kalsın istedim ya siz de galiba daha doğru olacak.

Ben, 26 Aralık 1948 Akşehir doğumluyum. Şimdi Akşehir doğumlu olmak demek, benim için Türkiye’nin her hangi bir şehrinde bir ilinde, bir kasabasında doğmaktan daha farklı bir anlam taşır. Akşehir deyince bilmiyorum sizin aklınıza gelir mi, ama biz Akşehirlilerin her zaman övünerek söylediği, “Nerelisin”  diye sorduklarında, Akşehirli olmadan ya da olmaktan önce, kimliğimiz olarak söylediğimiz başka bir şey vardır. Hepimiz, Nasreddin Hoca’nın torunu olarak tanımlarız. Biz, Nasreddin Hoca’nın şehrinde doğduk ve büyüdük. Nasreddin Hoca’nın fıkralarının bir çoğu insanlar için öğretici olmuştur. Ama, onlardan iki tanesi benim hayatımın bir öğretisi olmuştur. Birincisi Nasreddin Hoca, biliyorsunuzdur, Akşehir Gölü kenarına kurulmuş bir şehirdir. Eskiden göldü şimdi kurudu bataklık oldu vs. Ama gölde eskiden balık tutulurdu kayıklar gezerdi vs. Nasreddin Hoca, işte o gölün kenarında bir gün oturmuş, elinde büyük bir tencere içi dolu yoğurt, kaşık kaşık, kepçe kepçe yoğurt göle atıyordu. Atmıyor aslında, yoğurt çalıyordu. Öyle demişti. Biri görmüş, demiş ki ne yapıyorsun? Nasreddin hoca;‘Göle yoğurt çalıyorum, maya veriyorum”Sen aklınımı yitirdin hiç koskoca göl yoğurt tutarmı? Maya tutarmı? Cevabını hepiniz bilirsiniz “Ya tutarsa”? Bakın heyecandan sonra bunu yazın bir yere, ‘Ya tutarsa?’ Bu ne demektir biliyormusunuz? Bu insanların size bir şeyin olmayacağını, olamayacağını söylediği anda umudu yaşamaktır. Hiçbir şey olmaz, bundan bir şey olmaz, sen bunu yapamazsın, bu roman tutmaz, bu program tutmaz, bu yazı olmaz vs. Kendi hayatımdan, kendi yaptıklarımdan söz ediyorum. Hep, Nasreddin Hoca’ya döndüm. Çocukluğumdaki öğrendiklerim, yaşadığım kenttekini Nasreddin Hocaya döndüm. Ve onun fıkrasıyla içimden ve bazen dışımdan dedim ki, ‘Ya tutarsa?’ Öyle başladım. Şimdi zaman tünelinden atlayarak söyleyeyim, Siyaset Meydanı programına öyle başladım. Çünkü herkes dedi ki; ‘Bu program Türkiye’de tutmaz. Sen program yapacaksın, sabahlara kadar sürecek, bu program ve sabahlara kadar herkes seyredecek. Hadi canım sende’ dediler.  Bende dedim ki içimden, Ya tutarsa? Dediler ki, ‘Toplayacaksın bütün bir milleti, herkesi, her kafadan bir ses çıkacak ve her kes konuşacak ve kavga görültü olmayacak. Her kes temsil edilecek, vatandaşın yanında siyasetçi olarak, o ondan hesap soracak, olmaz dediler, tutmaz bu program.’ Bende dedim ki içimden, Ya tutarsa? Aradan yıllar geçti, hala sorduklarında dışımdan söylemeye başladım. “Ya tutarsa” dedim. Ya tuttu işte, Nasreddin Hoca’nın bana öğrettiği buydu. Nasreddin Hoca’nın bir başka fıkrası, Siyaset Meydanı’nı bu sefer içeriğiyle bana öğretici oldu. Akşehir’de büyüdüm, ben çocukluğumu Akşehirde yaşadım. Gerçekten de çocukluk insanın en önemli evresidir. İnsanın hayatında dönüm noktaları vardır. Bunların önümüze nasıl çıkacağı, belli değildir.

Ben hiç denizi görmeden denizci, hiç televizyon görmeden televizyoncu oldum. Akşehir’deydim sınava girmek istediğimde denizi hiç görmemiştim. Denizci olmaya İstanbul’a geldim. Şaşkınlık ve hayret içerisinde denizi gördüm. Girdiğim sınavların hepsini geçtim. Kazandığımı sanıyorum, dediler ki bir şey daha var o sınavıla ilgili. Geçmem için nedir o ? yüzeceksin. Ben hayatımda yüzmedim, yüzme bilmiyorum. O zaman git memleketine, bitti senin burda işin. Yüzme bilmeden denizci olamazsın. bu konuşmayı yaparken, bir el beni itti ve kendimi sularda buldum. Hayatımda ilk defa denizin tadını,tuzunu hissettim. Boğulmak üzereken suda çırpındım, bir el uzandı, kolumdan tuttu, çekti. Dedi ki;‘Kazandın.’Birisi acımış bana ya bu çocuk Anadolu’dan gelmiş, okadar sınav kazanmış, başarılı olmuş, şimdi bir yüzme yüzündem kaybetmesin, yüzmüş olsun demiş. Denizi böyle tattım ve denizci oldum.

Televizyoncu olmakta buna benzer macera benim için ve ben iş arıyorum. Nereye gidersem olmuyor,  almıyorlar. Sonra bir gün, sene 1974 Türkiye’de Televizyon yayınları başlayalı, 3-4 sene olmuş o da büyük şehirlerde haftada 3 gün var.  Herkesin evinde de televizyon yok. Televizyon herkesin merak ettiği bir şeydi. Benimde öyle, arkadaşımın evine gittim ve televizyonu ilk defa görüyorum. O günlerde de iş arıyorum. Televizyona büyülenmiş bakıyorken, orda bir baş çıktı, spikermiş. Sonradan öğrendim dedi ki, ‘Televizyona sınavla eleman alınacak’ Allah, dedim. Arkadaşıma dedim ki, yarın ben gidiyorum başvuracağım. ‘Sen dedi nereye başvuruyorsun? Televizyonla, senin ne ilgin var, televizyonu daha yeni gördün.’ Ya dedim, ben televizyon aramıyorum, ben iş arıyorum. Ne iş olursa yaparım. Ertesi gün gittim. Kazandım sınavın, TRT maceramda öyle başladı. Hayatımda iki önemli meslek, biri denizcilik  diğeri ise televizyonculuk olmuştur.

Yakaşık 2 saat süren sunumdan sonra, Yalova Kaşgarlı Mahmut Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencileri, öğretmenleri ve okul idarecileri tarafından tebrik edilen usta televizyon habercisi Ali Kırca, son olarak toplu olarak çekilen fotoğrafların ardından Yalova’dan ayrıldı. Haber: Kader Bozkurt