Güzel bir yeni şarkıyı ilk kez dinlemek, kalifiye bir şiiri ilk kez okumak, esaslı bir filmi ilk kez izlemek… Bunların neler hissettirdiğini az buçuk kestiriyoruz hepimiz.

Birkaç haftadır yeni bir yazar keşfetmenin sevinci var içimde: Ayfer Tunç. Sokağa, mahalleye dair dokunaklı öyküleri derste, minibüste, vapurda, her yerde aklımın içinde dolanıp duruyor. “Mikal’in Kalbi Durdu” mesela…

İlgi duyduğum sanatçıların yaşamlarını deşmeyi severim. Ne yapmışlar, nereden geçmişler de bugün beni etkileyen şeyler yazabiliyorlar, ben de onları etkileyen o şeylerden geçersem ben de böyle yazabilirim belki diye düşünmektendir belki bu araştırma hevesi.

   Uzun yıllar boyunca gazetecilik yapmış Ayfer Tunç. Arka mahalleleri, sokakları, caddeleri iyi tanımış bu döneminde. Yazdığı öyküler dünyayı kurtaran adamların değil kendi küçük dünyasına kocaman hayatlar sığdıran adamların öyküsü. Kitaptaki karakterler sanki arka mahallenizde oturuyor, sanki az sonra markete sigara almaya indiğinizde öyküdeki insanları göreceksiniz. Türkçe’deki mahareti ve olayların işlenişi o kadar güzel bir biçimde verilmiş ki sadece okurken değil hayatınızı idame ettirirken de o öykülerin içine dalıyorsunuz.

  Bir yazarı anlatmışken bir yönetmenden de söz açmanın tam sırası. Alejandro Gonzalez İnarritu. Çok da yaşlı sayılmayacak ancak filmleri modern klasik sayılabilecek bir yönetmen olduğu aşikar. Henüz 55 yaşında ancak bundan 13 sene önce çektiği Babil filmi ile önce dikkat toplamış ardından gelen Birdman, The Revenant ile rüşdünü ispatlamış vaziyette. Babil filmi yaşadığımız çağda insanların iklimleri, yerleri ne olursa olsun acıdan bir türlü yakayı sıyıramadığını, bizi mutlu eden şeylerin benzer olsa da acılarımızın çeşit çeşit olduğunu gösteriyor. İster son derece geri kalmış bir dağ başında olalım, ister en yüksek teknolojili metropollerde. Hepimizin acısı kendine ve hepimizin acısı sadece bizi yakıyor. Kuraldır: Sobaya elin dokunursa sadece senin elin yanar. Diğerleri senin acı çektiğini hissedebilir ama senin acını çekmezler. Yanan, senin elindir.

Yeni bir yönetmen demişken benim yeni fark ettiğim bir müzik grubunu da burada tanıtsam iyi olacak sanırım. Grubun adı TSU! Yaklaşık 4-5 aydır dinlediğim bir grup ve Türk olduklarını henüz yeni öğrendim. Yaptıkları parçalar tarihle besleniyor. Her coğrafyadan ve dönemden olduğunu hissettiğim parçalar garip bir his uyandırdı içimde. Bir anda Anamur’dayız, bir anda Kadıköy’de, bir anda kalbimiz nerede atarsa. Parçalarının adları, melodileri öylesine güzel ki. My Home is Where My Heart Beats, Tonight Khalkedonia Weeps, Moon Over Anamurium parçalarından bazıları.

Böylesine güzel işlerin çoğalması dileğiyle.