İslam’ın dinamik yapısı, düşünceye verdiği önemle örtüşen bir yapıdır. İnsan var oldukça onun ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir derinlik ve fikri zenginlik arz eder. M. Akif merhumun “asrın idrakine söyletmeli İslam’ı derken” kanımca anlatmak istediği de buydu. Bu dinamik yapı düşünme sorgulama ve hakikate ulaşma serüveninin bir başka yönüdür aslında. Aklı devre dışı bırakarak yok sayarak varılacak bir nokta değildir.

Kuran’da aklı aşan birçok şey görmek mümkün metafizik anlamda.  Ama akla zıtlık görmeniz mümkün değildir. İnsan inanç dünyasını aklının aldığı kadarıyla tanzim edecek ve Kuran’ı ve olayları imanın süzgecinden geçirerek yorumlayacaktır.

Aklın tek seçici olmadığını ve sınırlarının bulunduğunu zaten daha önceki yazılarımızda ifade etmiştik.

Ne var ki, sormayı, sorgulamayı, anlamaya çalışmayı, velhasıl akla dair ne vara külliyen reddetmeyi alışkanlık haline getirmiş kimi grup, cemaat, tarikat ve benzeri yapılar, bu işten ciddi rahatsızlık duymaktalar. Aslında bunda haksız da değiller. Çünkü biliyorlar ki, sorgulayan anlamaya çalışan hakikat yolcusuna, kendi hurafe edebiyatlarını kabul ettirmeleri mümkün değildir. Böyle olunca da, anlamaya çalışmak akıl yürütmek, zihnini ve yüreğini tefekkürle zenginleştirmek, Allah’ın dinine Resulünün sünnetine aykırı ne varsa reddetmek özelliğinden mahrum, uyutulmuş, uyuşturulmuş kurşun askerler bulmakta zorlanacaklardır. Hatta Allah’ın dinini kendi malı gibi gören bu kafalar,

Kuran’ı ve sünneti sadece kendilerinin izah edebileceklerini ima ve hatta ifade ederek “bizim aklımız size de yeter ”demeye getirerek, kiralık zihin arama ısrarlarını sürdürmektedirler.

“Aklı şöyle bir kenara koymadan olmaz bu işler kardeşim” diyen hoca sıfatlı birini dinledikten sonra Mülk suresinin 10.ayetini hatırlamış ve bu ayetin bu türlü hezeyanlara karşı önemli bir cevap niteliği taşıdığına yeniden ikna olmuştum.

İlgili ayet şöyle buyurur;

"Eğer uyarılara kulak vermiş veya aklımızı kullanıp gerçekler üzerinde düşünmüş olsaydık, şimdi şu çılgın alevli ateşin yoldaşları arasında bulunmazdık!"

Kıyamet günü kaybedişin sebebi olarak aklını kullanmamış olduklarını itiraf edenlerin bu pişmanlıkları, ifade etmeye çalıştığımız konuda bize en kıymetli referans olmalıdır.

Değerli okurlarım, tabii bu alanın genişletilmesi geliştirilmesi önemlidir.

Ve bunun için özellikle din ilimlerinin tahsilinin yapıldığı fakültelerimizin bilim, düşünce, fikir fabrikası olarak mühim fonksiyonları bulunmaktadır.

Konuya dair önemli ve anlamlı tespitlerini okuduğum Prof. Dr. İbrahim Maraşlı hocadan bir paragrafı da dikkatlerinize sunmak isterim.

“İlahiyat Fakültelerinin medreseleştirilmesi ve felsefe, sosyoloji, psikoloji, dinler tarihi ve din eğitimi gibi derslerin yavaş yavaş ders saatlerinin azaltılıp kadrolarının daraltılması projesi tam gaz devam ediyor.

Bazı fakültelerde söz konusu anabilim dalları bilim dalı yapılıp tek bir “Din Bilimleri” anabilim dalının altında toplanıp kadro daraltılmasına gidildi. Yeni açılanlar da dahil, Temel İslam Bilimleri Bölüm Öğretim üye sayısı Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü’nün en az iki, bazen üç veya dört katı.

Bazı fakültelerde neredeyse Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü’nde her alanda dersi verecek bir hoca bile yok.” https://www.dinihaber.com/akilsiz-ilahiyat-projesi-makale,5078.html

Düşünce dünyamıza katkı veren bu hususta ciddi bir mücadele içinde olan çok değerli akademisyenleri burada şükranla anmak gerekir.

Son cümle olarak sözü Kurana bırakalım ve Yunus suresinin 100.ayetiyle sohbetimizi bitirmiş olalım

“Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.”( Diyanet vakfı meali)