Eğlenmek insanın hakkıdır; ama meşru zeminde olursa. Yemek, içmek de yaşamak için gereklidir; ancak helal daire içinde olursa.

Velhasıl hayatın biricik gayesi değildir bunlar. Sorumlulukları destekleyen yardımcı unsurlardır. Çünkü hayatın anlamı insanın mutluluğudur. Mutluluk ise sorumluluğunu idrak ve yaşamı anlamlandırmaktan geçer. Aslında arı profiller ve sinek tabiatlıların karşılaştırılmasıdır yazının amacı.

Çalışmayan, üretmeyen sadece eğlenceye ve cinsel yaşama odaklanan bir model anlayışını savunan Amerikan sinemasının dünyayı etkisi altına almasıyla birlikte; iyice yayılan ve kendine her geçen gün daha çok taraftar bulan hedonist yaşam tarzı, özellikle ülkemizde ideali olmayan ve sorunlu gençleri tehdit etmektedir. 

Marco Fletto, “Hedonizm bugünün yaşam biçimi“ der.

Nedir hedonizm? Bireysel ve sosyal alanda neden bu kadar etkili olmaya başlamıştır?

Genel olarak “faydacılık“ şeklinde kısa bir tarif yapsak bile ansiklopedik tarifi :

Hazcılık veya Hedonizm, Kirene Okulu'nun, yani Sokrates'in öğrencisi Aristippos'un (M.Ö. 435-355) öğretisi olarak karşımıza çıkar. Hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş.

Zevkçilik, yani hayatı sadece zevk alınan materyaller üzerinden yaşama gayreti.

Bir şeyden haz alma, tat alma gibi veya hazzetmeme, hoşlanmama şeklinde düşünmenin ötesinde, bu duygusal davranışın saplantıya dönüşerek bir yaşam tarzına evrilmesi anlamındaki hedonizmden bahsediyoruz. İnsanın alt benliğinin sürekli haz merkezli çalıştığı gerçeğinden hareketle sadece doyum ve tatmin peşinde olmak ve koşmak şeklinde bir psikolojik yaklaşımdan bahsedilebilir. Mutluluğu en yüce değer olarak ifade eden Aristo‘ya karşın, bunun zevk olmadan, haz olmadan mümkün olamayacağı konusunda Epikür ondan ayrılır. Hazcılık konusunda ahlaki değerlerlere eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşan Marquis de Sade, Her çeşit kötülüğün ve suçun kaynağının zevk olduğu düşüncesini dile getirmiştir.

Freud ise, bastırılan zevklerin bazı ruhsal hastalıkların kaynağı olduğunu ifade ederek bunu bilimsel bir temele dayandırmaya çalışmıştır.

Hedonistlerle ilgili veya hedonizme dair bazı davranış örneklemelerinden yola çıkacak olursak, ciddi bulgulara rastlamak mümkün olacaktır. Sadece bedensel tatminin öncelenerek ahlaki olandan kaçınmak, vicdani olandan uzaklaşmak, ötelemek veya yok saymak, onların en önemli dayanak noktalarıdır. Bu durum farkında olmadıkları bir kaçıştır.

Kısaca bazı ipuçları vermek gerekirse, bu profiller, sevilmek, cinsel anlamda beğenilmek arzusuyla yaşarlar. Ahlaki kuralları, yasakları ve toplumsal sınırları sevmezler, sınırsızlık ve sorumsuzluk en sevdikleri yaşam tarzıdır(!) Kuraldan nefret ederler. Bu yüzden din ve ahlak kelimeleri en rahatsız oldukları kelimelerdir. Ayrıca ölüm gerçeği onları çok rahatsız eder. Düşünmemek için en büyük silahları alkol ve keyif verici maddelerdir. Son derece “ben merkezci” olurlar. Şahsi menfaatlerini çok iyi kollarlar. “En kutsal değer senin çıkarındır” diyerek, kendi istek ve tercihleri için her türlü değeri feda edebilirler. Narsistirler. Sadece kendilerini severler. Kendilerini özel ve önemli görürler. Alçak gönüllülüğü ahmaklık olarak kabul ederler. Övgü ile beslenirler. Eleştiriye çok duyarlıdırlar. Eleştirilmekten hoşlanmazlar. Çalışmayı sevmezler. Onlara göre kazanmak için ter dökmek ahmaklıktır. İş ve çalışma, zamandan ve cinsel hazdan alıp götüren şeylerdir. Bunun için tembellik ve zor şeylerden kaçma, hedonistlerin diğer özelliklerindendir. Aileyi, erkeği ve kadını cinsellik olarak görürler. Onlar için kadın veya erkek yasak zevklerin aracıdır. Aile için sorumluluk yüklenmek ve çocuk sahibi olmak rahatlarını kaçırır. Evlenme gündemlerinde olmaz. Evlilik ayak bağıdır ve özgürlüklerini kısıtlayıcı bir kurumdur. Onun için evlilikten uzak kalmak, günübirlik ilişkilere yönelmek eğilimleri vardır. Evlenseler bile boşanma sık görülür. “Her arzunu tatmin et, her zevki tat" ilkesini benimserler. Tabi bunları engelleyecek şeyler onların düşmanıdır.

Seküler bakış açıları, maneviyata mesafeli duruşları, inanç anlamında ciddi gelgitler ve problemler yaşadıklarını gösterir. Günlük mutluluklar yeterlidir ve gerisi boştur.

Ve geleceğe dair plan yapmak yerine kısa süreli mutluluk yada zevklari tercih ederler.

Hızlı yaşa genç öl türü bir sloganik bakış açısı sayesinde bakış açıları sığ ve dardır. Hayatlarında anlam etkisini kaybetmiştir. Değer yerine fiyat öncelikli bir bakış açısı, tüm benliklerini kuşatmıştır.

Sınırlanmak istemezler. İrade gücü ile kendilerini kontrol edebilmek, sabır ve iyi davranışla bezenmiş bir hayatı kabullenmeye yanaşmazlar.

„Gidip de gelen var mı ki“ sözleri, alaycı ve önemsemez bakış açılarının dışa vurumudur. Özellikle öbür dünya (ahiret) düşünceleri ciddi anlamda sorunludur ve önemli bir kısmında yoktur.

İnanç konusunda polemikçi ve umursamazdırlar. Dinlemek yerine, tartışmayı ve karşısındakini bastırmayı tercih ederler.

Hakikat karşısında kibirli duruşları, kendi egolarını adeta ilah edinircesine kutsamış olduklarını gösterir.

Ve Hz.Peygamber söyler sözün özünü

„Sizin en hayırlınız insanlara en çok faydası dokunandır“

Bence gerçek Hümanizma bu sözde saklıdır demişti bir Alman iş insanı.

Şahit olduğum bu cümleyi söyleyen insan, hayatı anlam üzerine, değer üzerine okumaya başlamış bir zihinle kendisine hidayetin kapılarınıda aralamış oluyordu..

Devam edeceğiz…