Filistin her gün gündemimizin başında yer almakta. Neden, çünkü ilk kıblemizin olduğu mekân. Neredeyse bütün peygamberlerin uğrak mekânı, Hz. Peygamberim Miraca yükseldiği yer, 400 yıl Osmanlının hizmet verdiği kutsal yer.

 Daha birçok özellikleri muhtevi bu mekânda şimdi insanlık katliamı, çocuk, kadın demeden bir toplumu Siyonizm vahşeti katlediyor. Soykırımın tüm şartları yerine getirilmiş ve dünyanın da desteği alınarak bu soykırım meşrulaştırılıyor. Zalimin eline güç geçtiğinde her türlü adiliği, zalimliği, vahşeti kendine mubah görüp, kendi özgürlük ve menfaatlerini ilk sıraya koyan bu münafık kafirler, bugün hiçbir üzüntü duymadan o toprakların sahiplerini atom bombasının etkisinden ziyade bombalar bırakarak, insan, hayvan, bitki, bina ve ne varsa her şeyi yok ederek tarumar yapıyor.

Avrupa ‘İsrail çok haklı, bunda bir hata yok’ diyor. ABD ‘İsrail kendini savunuyor’ diyor. İslam alemi, Rusya ve Çin gibi ülkeler sessizce izliyor. Filistin halkı ne zaman hangi bombayla ne şekilde öleceğinin anını bekliyor. Cenazesini bulabilecek mi, bulsa defnedebilecek mi, defnetmek isterse mezar yeri nerden bulacağının hesaplarıyla uğraşıyor. Bomba sonrasın ölmezse, enkazdan kim çıkartacak, hastaneye gidebilecek mi, giderse tedavi görebilecek mi, hastaneye yattıysa 2. bombalanmadan kurtulabilecek mi?

Bu soruların hiç birini bilmiyor...

Yaşasa mı, ölse mi iyi onu da bilmiyor. Çünkü yaşasa; su yok, elektrik yok, derdini duyurmak için internet yok, hastane yok, yiyecek, giyecek yok, barınacak ev yok. Kısaca hiçbir şey yok. Ölmek mi, yaşamak mı daha iyi bilmiyorlar. Kısaca acının, ümitsizliğin, sıkıntıların zirvesini yaşayan bir Filistin var dünyanın gündeminde.

İçinde vicdanı olan Müslüman ve gayri müslimler, hiçbir şey yapmıyor olmaması için, sokağa çıkıp açıklama yapıyor, tepki gösteriyor, lanetliyor, İsrail mallarını boykot ediyor, mitinge gidiyor, basın açıklaması yapıyor. Dua ve beddua ediyor vs. Kısacası dünya ikiye bölündü. Vicdanlılar ve vicdansızlar. Vicdansızların silah güçleri var. ‘O halde biz haklıyız’ diyor. Vicdanlılar bu güce karşı koymak için gecikmişler olarak bakakalıp bekliyorlar.

Güçlülüğü, silah üstünlüğünü, ekonomik güçlülüğü üstün olan bu vahşileri anlıyoruz. Ama dünyada bir buçuk milyar Müslüman, belki bir milyar da vicdanlı insan var. Bunlar neden bir araya gelip, bu zalimleri tükürüklerinde boğamıyorlar?

Orada da zalimler önce zemini hazırlamışlar. Müslümanları paramparça bölmüşler. Ülkemizde bile birçok fikir var. Kimi, bu ‘İsrail’e neden Filistinliler toprak satmış’, ‘HAMAS neden önce saldırıya geçmiş’, ‘Zaten bunlar Arap, bir zaman bize arkadan vurmuşlar’. ‘İsrail kendini garantiye alıyor’ vb. mazeretler İslam ülkeleri içindeki çatlak sesler. Bu seslerin sahibine bakınca isimleri ve kimliklerinde Müslüman olduklarını görüyoruz. Ama vahşetin yanında olmaktan gurur duyuyorlar.

İsrail 1948 yılında İsrail devletini kurduktan 8 yıl sonra 1956’da Telaviv’de İslam Üniversitesi kurmuş. Yahudi İslam üniversitesini ne yapar ki?

Hem öğrencilerini MOSSAD seçer, hem de müfredatını MOSSAD hazırlar. Burayı bitiren öğrenci hangi ülkeye gidecek ve ne iş yapacağını da MOSSAD belirler. Öğrencilere ona göre o ülkenin gelenek, görenek, hassasiyetlerini öğretir. İsimleri Müslüman ismi olur, gittikleri ülkeden bir daha geri dönmez orada ölürler, hizmetleri sonrasında da orada gömülürler.

Bu MOSSAD ajanları hoca kılıklı bölücüler gittikleri ülkelerde her türlü imkânı kullanarak ümmetin paramparça hale getirilmesini, birbiriyle mücadele ve savaşmaktan başka bir şeyle ilgilenmeleri imkânsız hale gelir. Güçleri dağılır, bir karar alamazlar. En hayati konularda bile muhalif mücadelelerle uğraşırlar. Birbirini tekfir eder, ortamları gerer, bir daha bir araya gelip dost olmamak için her türlü yöntemi denerler. Bu durum savaşta bile bu şekilde yürür. Nerden mi biliyoruz?

Irak, Suriye, Afganistan, Libya gibi ülkelerde kendi liderlerini yiyenler 3 gün sonra kafalarını duvarlara vurup ahmakça pişmanlık duymuşlardır. Ama geride kalan ümmet bunlardan hala bir ders çıkaramamış, ahmaklıkta daha da ileri gitmişlerdir.

MOSSAD’ın yaptığının benzerini Avrupa da müsteşrikler eliyle yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Orada da modern fetvalar, ayrılıkçı fikirler üretip birçok insanı ikna etmek için argümanlar oluşturmuşlar ve bu argümanlarla ikna etmişlerdir. Sonra da ücretsiz ırgat olarak batının felsefesine tabii olmuşlardır.

Bu parçalanmışlığın farkında bile olamayan ümmet, bu parçalanmışlıkla mücadele de edememektedir. Gemisini kurtaran cemaat, tarikat, dernek, vakıf, kendini kaptan saymış göl içerisinde. Ama okyanus ve okyanus fırtınalarından haberi olmadığı için bu çaylakların, okyanusta kocaman gemileri görünce, kendini kaptan sananlar, bu gemilerde paspasçı bile olamadıklarının bile farkında olamazlar.

Özetle, biz kuran ve hadis mihverinde birliğimizi oluşturmamız bizim en büyük cihadımızdır. Elbette bir yandan zalimler ile mücadele ederken, bu günkü tablodan ders çıkartıp birliğimizi tesis için her türlü gayrete yeniden de olsa başlamalıyız. Allah bu birliği önce nasip etsin ümmete. Sonrası kolay.