İslam dünyasındaki değişim ve dönüşüm çabalarını( ki oldukça yavaş seyrediyor)zamanın ihtiyaçları çerçevesinde ele almak şeklinde yorumlamak mümkün. Bu durumu Kuran hükümlerine müdahale şeklinde anlamak ise ciddi bir zihni cehaletin eseri olabilir. Sanırım değişimi Kuran’ın öngördüğü temel evrensel kuralların işlerlik kazanması biçiminde yorumlamak en doğrusu. Nitekim İslam dünyasının içinde bulunduğu sefalet ve acizliği, dinin kıyamete kadar baki kalacak ve insanlığın imdadına yetişecek değişmez ama değiştirici, dönüştürücü kuvvetinden mahrumiyet şeklinde anlamak gerekecektir.

  Allahın insanı yaratılış amacına uygun fıtratla donatmış olması, ona aklı, bilgiyi, muhakeme imkânını ihsan etmesidir. Zira fıtrat, insanın fabrika ayarlarıdır. Fıtrat, ilahi bir formattır. Fıtratın çağrısı bir öze dönüş davetidir. Allah bu özelliğin korunmasını emreder. Fıtrata müdahale, genetiği ile oynanmış bir sebze veya meyveyi nasıl ki tadından ediyorsa, fıtrata müdahalede insanı insanlıktan istifa edecek noktaya getirecektir. İnsan, tanzim etmek, güzelleştirmek, yaşanır hale getirmekle mükellef olduğu bu dünyayı işte bu fesat anlayışı sebebiyle yaşanmaz biçime sokarak fıtratına ihanetin faili olacaktır. Din ve dini kavramlar alabildiğine istismar edilmek suretiyle dini yaşantıdan beklenen iyileşme gerçekleşemeyecektir. Grup, tarikat, cemaat yapılanmalarında meydana gelen sapma eğilimleri, kurum ve kuruluşlarda kadrolaşma çabaları, dar görüşlülük, menfaate evirilmiş ilişkiler şeklinde tezahür edebilmektedir. Millet olarak yaşadığımız tecrübeler maalesef bu tezimizi haklı çıkaracak mahiyettedir. Samimiyetsizlik, sağlıksız bilgi, içi boş hamaset, sadece ver coşkuyu türünden bağırışlar, adam kapmaca oyunları, nitelikten mahrum yanlı ve yanlışlarla dolu yayınlar. Bilgi sahibi olunmadan fikir beyan etme hevesi. Şekle indirgenmiş estetik anlayış, bu konuda ciddi açmazlarımızdır. Kürsülerde anlatılan, akla, vicdana, imana hakikate aykırı hezeyanları da eklersek bu sefaletin resmini çekmeye yardımcı olur diye düşünüyorum. Özellikle İslam dünyasında ki bu durağanlık, geleneksel yaklaşımların farklı yorumlara kapalı oluşu, cihatçı selefi grupların taraflar bulması, mezhep taassubu ve peygamberi tebliğ anlayışından yoksun oluşla da ilgilidir kanaatimce. Yakın geçmişte yaşadığımız fetö tecrübesinin milletimizin zihin ve inanç dünyasında meydana getirdiği travma ve tahribatıyla birlikte zikredersek, sanırım daha açıklayıcı ve kapsayıcı bir değerlendirme yapmış olacağız. Bu örselenme gelecekle ilgili ciddi kaygıların ortaya çıkmasına zemin hazırlayacak kadar önemli kabul edilmelidir. Ortaya çıkmak için gecenin karanlığını bekleyen kara niyetlerin başımızın belası olması muhtemeldir. Özellikle doğru ve sağlıklı dini bilgiye ulaşmak konusunda çaba harcamak, yediğimize içtiğimize dikkat etmek kadar mühim olmalıdır. Midemize gösterdiğimiz özeni, zihni ve kalbi tahribata karşı da göstermeliyiz.

“Ne kadar salâvat o kadar huri

“Yatana saman yok”.

“Getir salâvatı al huriyi”  diye bağıran hoca kılıklı tiplerin, bu halleriyle sünneti nasıl anladıkları konusunda hala bir fikrimiz yoksa başımıza gelene şaşmamak gerek.