Bir insan, şanslıysa, öldükten üç nesil sonra tamamen unutulur.

Yeterince sevdiyse ve sevildiyse, anılarda yer aldıysa ve hikayeleri anlatıldıysa. Ya da tam tersi yaptığı kötülükler birden fazla nesli etkilediyse. Bazılarının anlatılacak hatıralarda yeri yoktur, bazıları yeterince sevgi, ilgi görmemiştir, henüz yaşarken bile silinip gider dünyadan. Yazmak dünyaya kayıt düşmektir denir, doğrudur. Bundan 250 yıl önce yaşamış Beethoven’ı hala dinliyorsak, ama aynı yılda doğup aynı belki de aynı muhitte yaşayıp ölen ayakkabıcı Hans’tan bihabersek, Hans bizim için hiç var olmamıştır.

1238 yılında Sivrihisar’da doğan Yunus Emre’yi her Türk vatandaşı tanırken, yan komşusu Hüseyin efendinin varlığından kimsenin haberi yoktur.

Oysa hatırlanmak biz insanoğlunun en büyük arzusu...

Hepimiz yazar, şair, müzisyen olamayacağımıza göre hatırlanmak için ne yapabiliriz?

Sosyal medya işte bu noktada imdadımıza yetişiyor. Ne yediğimizi, ne giydiğimizi, nereye gittiğimizi, kimlerle arkadaş olduğumuzu kaydediyoruz. İstiyoruz ki insanlar bizi hatırlasın, bizi tanısın. Biz de kayıtlara geçelim. Üstelik kayıtlara geçerken bir eser ortaya koymamıza da gerek yok. Birkaç fotoğraf, video, birkaç komik cümle yeterli.

Sosyal medyada herkes mutlu, herkes gülümsüyor. Herkesin ailesi mükemmel, çocukları başarılı. Sosyal medyada ördek sendromu adı verilen yeni bir kavram ortaya çıkmış bu durumla ilgili. Dışarıdan görülen mükemmel hayatlar ördeğin suyun üstünde süzülen sakin kısmını ifade ederken, gerçek hayat ördeğin suyun üstünde kalmak için bacaklarını nasıl sürekli sürekli hareket ettirmek zorunda olduğunu anlatıyor.

Gerçek şu ki hiç birimiz mükemmel değiliz. Her akşam yemeğimiz ziyafet sofralarında yenmiyor, her zaman bakımlı ya da güzel değiliz, sürekli gezip eğlenecek zamanımız da paramız da olamayabilir. Çocuklarımız her zaman akıllı uslu değil, her alanda, her zaman başarılı olmaları ise hiç mümkün değil.

Yıllar önce küçük oğlumu parka götürdüğümde, genç bir kızın salıncakta sallanırken kendi videosunu çekmeye çalıştığını gördüm. Tek eliyle salıncak ipini tutup, bir elinde telefonun doğru açıdan görüntü almasını sağlayıp aynı zamanda poz vermeye çalıştığından yeterli koordinasyonu sağlayamamış olacak ki, kafa üstü kumlara düştü.

Sabahın erken saatlerinde, güneşli bir bahar gününde, denizin kenarında kurulmuş bir salıncakta sallanmanın keyfine varmak istemedi kızımız; bütün bu keyifli şeyleri yaptığını insanlara göstermek istedi. Üstelik bu gösteri sırasında hiç mi hiç keyif almadı.

Pek çok ortamda yazılıp çiziliyor, dijital çağdayız; neler kazandık, neleri elimizden aldı?

Bir de bu açıdan bakmak lazım.

Bir konsere gittiklerinde hemen açılıyor cep telefonları, video çekilirken ekranın arkasından izleniyor sanatçı. Denizde oynayan yunusları gördüğünde hemen telefonlar alınıyor ele. Çocuğunun gösterisinde, çocukla göz göze gelmek yerine, cep telefonu kamerasının arkasından bakıyor insanlar. Oysa cep telefonu ekranından bakmak için bir ortamda bulunmaya gerek yok, evlerde, rahat koltuklarda da izlenebilir konserler, yunuslar...

Artık gerçekten keyif almıyor, keyif aldığımızı belgelemeye çalışıyoruz...