1943 yılında Amerikalı çocuk psikiyatrı Leo Kanner tarafından yeni bir tanımlama yapılmış. Yunanca ‘Autos’ yani ‘öz, kendi’ sözcüğünden türeyen ‘otizm’. Çünkü otizmin en ayrıştırıcı özelliği bireyin sosyal dünyadan kopuk, kendi dünyalarında yaşayan bireyler olmaları.

 

1943 yılından 2 Nisan 2024 yılına gelininceye kadar, otizm hakkında binlerce araştırma, makale, deney, çalışma yapıldı. Otizmin tek bir türü olmadığı tespit edildi.

Sosyal etkileşim konusunda yetersizlik ve takıntılarla karakterize edilen ve genellikle yüksek zekanın eşlik ettiği asperger sendromu,

2 yaşına kadar normal gelişim gösterirken 2 yaş sonrasında kazanımlarını yavaş yavaş kaybettiren ve zihinsel geriliğin de eşlik ettiği çocukluk çağı disintegratif bozukluğu,

Genellikle kız çocuklarında görülen ve ilk 5 ayda ortaya çıkan, fiziksel belirtilerle birlikte seyreden rett sendromu,

Konuşmada zorluk ve tekrarlayan konuşmalarla karakterize edilmesine rağmen, diğer türlerle kıyaslandığında tedaviye en müsait tür olan atipik otizm.

Durumun çok da kesin olmayan çerçevesi çizilmekle beraber, bu farklılığa neden olan şey henüz keşfedilebilmiş değil. Bazı görüşler genetik aktarımdan, bazıları anne karnında yaşanan travmalardan, bazıları bağırsak sağlığının bozuk olmasından, bazıları gıdalardaki bozulmalardan, ağır metal birikiminden, bazıları aşırı ekran maruziyetinden kaynaklandığını ileri sürüyor. Yüce Rabbimin cezasından bile bahseden var; ama henüz çözümü bulan yok.

Otizm 1985 yılında her 2500 çocukta bir, 2000’li yılların başlarında, 150 çocukta bir görülürken bu rakam günümüzde 36 çocukta bire ulaşmış durumda. 700 bin eğitim çağındaki otizmli çocuktan, sadece 44 bini eğitim olanaklarına sahip.

Dünya genelinde bu rakamlara tabi ki düzenli kayıtlar ve sistematik çalışmalar sonucu ulaşılabiliyor. Henüz gelişmekte olan ülkelerden alınan rakamlar sağlıklı değildir ve inanıyorum ki kayıt altına alınmayan pek çok otizmli birey vardır. Rakamlarda meydana gelen çığ gibi büyüyen artış göz önüne alındığında, önümüzdeki yıllarda konuştuğumuz rakamlar yarı yarıya olacak.

Birleşmiş Milletler Genel kurulunda alınan kararla, 2007 yılında yılından itibaren 2 Nisan tarihi ‘Otizm Farkındalık Günü’ olarak kabul edilmiş. Yanlış bir isim tercihi yapıldığını düşünüyorum, çünkü otizmin herkes farkında.

Parkta oyun oynayan otizmli çocuğu gören diğer anneler, çocuklarını uzaklaştırıverirler hemen. Sınıfında otizmli çocuk bulunan aileler teyakkuzda bekler, sürekli çocuklarına sorular sorar; ‘bugün ne yaptı? seni rahatsız etti mi? dersi dinlemeni engelledi mi?’

Ergen bir otizmli fark edildiğinde göz teması kurulmadan, yetiştirebilirse yol değiştirilerek devam eder insanlar.

Otizmli çocuk ailelerinin de herkes farkındadır. Hep biraz mahcup ve tedirgin olurlar. Ne kadar bilimsel çalışma bu farklılığın ailelerin yetiştirme tarzından kaynaklanmadığını kanıtlasa da suçu kendinde aramak eğilimindedir o aileler. Toplu taşıma araçlarında, alışveriş yaparken, okul ortamı çok gürültülü olduğunda her an bir krize hazır çocuklarında gözleri ve bir taraftan diğer insanların yargılayan bakışlarında. Otizmli çocukların aileleri, yavrularının sahip olmadığı yüz okuma, duygu tanıma ve yüksek iletişim becerilerine diğer tüm insanlardan çok daha fazla sahiptir; evlatlarını koruyabilmek için.

Otizm bir farklılıktır. Hepimizin zaman zaman ihtiyaç duyduğu içe dönük olma halidir. Yine hepimizin zaman zaman içinden geçen aşırı uyaranlara aşırı tepki verme halidir. Küçük bir kısmı hariç otizmde zeka eksikliği yoktur, aksine özellikle asperger olarak tanılanan türünde yüksek zeka ve bilişsel işlevler vardır. Zeka puanları, yazıyı yazan ben ve okuyan sizlerin bir çoğundan yüksektir. Hatta Amerika’nın önde gelen mühendislik üniversitesi MIT mezun ve öğrencileri arasından pek çoğunun asperger sendromu olduğu tespit edilmiştir. İçine girebildikleri konsantrasyon hali sayesinde pek çok otizmli bireyde sanat alanında üstün yetenek gelişimi vardır.

Evet otizmin de otizmlinin de herkes farkında. Farkında olmadıkları bunun bir sorun, ortadan kaldırılması gereken bir problem değil, bir farklılık hatta zenginlik olduğu.

Planlanması gereken de bu zenginlikten nasıl en şekilde faydalanabiliriz, beraberinde gelen olumsuzları nasıl en aza indirebiliriz?