“Bilginin amacı güçtür ”der Thomas Hobbes, gücü kutsayan bu yaklaşımın karşısına İslam “hikmeti” çıkarır. İlmin rafine edilmiş biçimiyle irfandan bahseder. Aslında bilginin altyapısını oluşturan bereketli bir alandır. İrfani bilgi ahlakidir aynı zamanda. Bilgelik anlamında hikmet,  süzen, ayıran, seçen bir temyiz kabiliyeti olması nedeniyle bilgiyi yük olmaktan çıkararak işlenmiş ve faydalı biçiminin adıdır. Ve ilim ancak bu gaye ile korunur.

İlim, yediklerimiz ise hikmet, hazmedilerek kana karışan bu nimetlerin can olması ve yaşama dönüşmesi halidir. Dolayısı ile böylesi bir durumun ham bilginin, dilden zihne ve oradan gönle ulaşan serüvenidir diyebiliriz. Bu süreçte maddeden manaya doğru evirilen bu kutlu yolculuk, insanı insan yapan değerlerinde zeminidir. Yunusun meşhur dizelerinde hayat bulan gerçeğin ete kemiğe bürünmüş halidir aslında.

“İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsen

Bu nice okumaktır.

 

Okumanın manası

Kişi hakkın bilmektir.

Çü’n okudun bilmezsin

Ha bir kuru emektir.

Hz. peygamberin tarif ettiği ve kişiye uhrevi bir zenginlik katacak, onun sevap defterini daima açık tutacak “faydalı” ilimden maksat bu olsa gerektir. Nitekim Allah resulü faydasız ilimden Allaha sığınmıştır

Ancak bir süre sonra İlim hakikatinin terk edilerek meseleyi sadece “İlham ve kerametle izah etme yoluna giden, hikmetin yegâne malzemesi olan ilmin küçümsenmesi, aklın hükümsüzmüş gibi algılanması sonucunu doğurmuştur.

Metafizik alanın gizemli zemininde, hiçbir ilmi, tarihi kaynağa ve gerekçeye dayanmayan hikâyelerin uydurulmuş, efsanelerin kurgulanmış, hurafe ve batıl inanışların Din diye sunulduğu bir mecraya doğru kayışın endişesini duymamak elde değildir.

Bu durum istismarın ve sübjektif değerlendirmenin önünde hiçbir engel bırakmamıştır.

Kişiye özel mahrem haller olmaktan çıkıp genelleştirilerek kitlelerin etki altına alınması kolaylaştırılmıştır.

Youtube de “keramet” reklamlarına ve bunun yanında “Keşf ve ilham” sohbetlerinin  “Biricik” bilgi kaynağı oluşuna şahit olmanız mümkündür. Sanki tasavvufi düşünce sistematiği, sadece rüyalardan ve kerametten ibaretmiş gibi gösterilerek, zihinlerde soru işaretlerinin çoğalması sonucunu doğurmuştur. Bildikleriniz ve okuduklarınız ile duyduklarınız ve gördükleriniz arasında bağ kurmaya çalışmakta oldukça zorlandığınızı hissedeceksiniz. Bu durumu onlar “teslim ol kurtul” diyerek tefsir edecek,  ama aklıselim ve duygular itiraz sancıları içinde kıvranacaktır.

İlahiyat bilimleri açısından bakıldığında meselenin uzun uzun analizi yapılabilir. Amaç bir tasavvuf tartışması açmak değildir elbette. Burada metafizik alanın sırrını keşfetmek gibi bir iddianın peşinden gitmekte değildir amaç. Biz bu alanla ilgili Vahiy bilgisine ve Allah’ın elçisinin sahih hadislerindeki bilgilendirmeye itibar etmeyi yeterli görmekteyiz. Ancak İslami hayat tarzının  sadece “keşf, ilham ve  rüya” üçlüsünden  oluştuğu algısı meselenin ne  kadar sıkıntılı bir alan  olduğunun işaretidir. Kimsenin yaşadığı mistik hayatı sorgulamak niyetimiz asla yoktur, olamaz.

“Ancak açıkça istismar kokan ve insanların inançlarıyla aldatıldığı, akıllarıyla alay edildiği bir ortamı yaşıyoruz” düşüncesine sahipsem, bunu da paylaşıyorsam, fikir hürriyetim açısından değerlendirilmesini beklemek hakkımdır. Bu düşünceye sahip insan için “mahrem” olması gereken, özel kabul edilen, hatta başkalarının şahit oluşundan mahcubiyet duyulması münasip olan bir mevzunun “ifşa” edilmesidir yakışıksız olan. Konunun muhataplarının böylesi bir durumdan memnun halleri adeta bu durumu körükleyen tavırları, “tevazu” faziletinin zayi edildiği bir görüntü vermektedir. Bugün maalesef en fazla göze batan da budur. Korkarım bu durum, maneviyat tüccarlarının(!) komisyoncularının(!) cirit attığı sınırı belirsiz bir problem alanı olarak,  manevi sarsıntılara sebep olmaya devam edecek gibi görünmektedir.