Dünyada hatta kainatta canlı, cansız ne varsa her şeyin bir ömrü vardır. Ömrü bittiğinde eceli gelmiş ve bu ecelle ölür her şey. Biz daha çok insanların ecelini ve ölümünü konuşuruz.

Bir ev yaparız, yüz yıl yaşar, sonra duvarları, çatısı vs. dökülmeye yıkılmaya başlar, tamir görür, sonra bir süre yaşar ama modası geçer, daha güzelini yapmak için kendiliğinden veya dış müdahale ile yıkılır ve bu bina ölmüş olur. Resimleri, anıları, enkazı vs. kalır geride.

Şehirler, ülkeler de böyledir. Nice görkemli şehirler deprem ve afetlerle yerle bir olup ölmüştür. İnsanların, hayvanların, bitkilerin de bir ömrü vardır. Onlar da ömürlerini kaliteli yaşamla uzun tutmaya çalışsalar da bir gün gelip miadını dolduran her insan veya hayvan da ecelle gider bu dünyadan.

Bütün bunlardan anlıyoruz ki, maddi eşya veya eser, fiziki yapısı olan insan gibi canlıların hepsi yıpranıyor, eskiyor sonra ölüyorlar. Bu ölümler doğal ve ecelle ölümlerdir.

Ama genç yaşta, bir hastalığı olmayan bir insan dış etkenlerle, kazada veya katillikle de ölebiliyor. Biz buna ecel desek de doğal bir ecel değildir bu. Zorlama ve müdahale edilerek vuku bulan bu ecel için bazı sonuçlar ortaya çıkar. Hak ihlalleri, can bedeli gibi bir hukuki cezayı gerektirir bunlar.

Bir de manevi değerlerin eceli vardır. Mesela ahlak, inanç, duygular, düşünceler, kültürel miraslar, manevi değerlerimiz…

Bunların da ömrü vardır. Bunların ömrü ve eceli bizim elimizdedir aslında. Bir bu manevi değerleri yaşatmak için mücadele vermezsek, bu değerleri kendi elimizle terk edip, yok edersek, onların ecelini biz getirmiş oluruz. Bu aslında ecel değil, onları katletmek demektir.

Aslında bu manevi değerlerin doğumu da bizim elimizle olur. Savaşlarla, maliyeti yüksek eğitimler, aile ve okul ortamlarında elde ettiğimiz bu manevi değerlerin doğuşlarını da mücadeleci insanlar inşa ederler. Onları iyi beslersek, hayatları uzun sürer, onlardan asırlarca yararlanırız. Ama bu değerlerin kıymetini bilmez, onların önemini kavrayamazsak bütün duygu, düşünce ve değerlerimizi değiştirerek onları katlederek yok ederiz, öldürürüz.

Bu gün bu manevi değerlerimiz kendi ecelleriyle değil, bizim katliamımızla yok ediliyor. Ecdadımızın en derin imkansızlıklara rağmen korudukları ahlaki değerler, duygusal değerler, milli ve manevi değerlerimizi bu gün biz zenginliklerimizle, sosyal imkan refahımızla katlederek öldürdük. Yok ettik. Yok ettik de ne oldu? Bizi kendilerine benzeten Avrupalı olamadık, Asyalılıktan da vaz geçemedik. Müslümanlık olsa bir dert, olmasa başka dert. Müslümanlığın arasında bekliyoruz. Yani kimliksiz bir topluma dönüştük. Bu sosyolojik yapı bizi çözülmeye götüreceğinden hepimiz kuşku duyuyoruz.

Demem o ki, bunca emek ve fedakarlıkla bize teslim edilen değerlerimizi yeniden ihya etmemiz, diriltmemiz, hasta yatağından kaldırmamız bizim için kaçınılmazdır. Aksi halde tamamen öldürürsek bu değerleri kendimizi de öldürmüş olacağız…