Bu sual filozofların, kelamcıların ve düşünürlerin ana sorularından biridir. Dünyaya gelen insanın yaşama gayesi nedir hakikaten?

Biz niye buradayız, öldüğümüzde yok olup gidiyor uyuz?

Bu soruyu hayatımızda kaç kere aklımıza getiriyoruz?

Bazı insanlar, dünyada bulunmamıza bir anlam veremiyor. Her varlık gibi biz de varız, tabiatın bir kuralı işte. Sorumluluklarımızı beşerî kanunlar belirler, kanunlara karşı sorumluyuz, öldüğümüzde de çürüyüp bir kürek gübre olur biteriz, derler.

Böyle inananları sadece kanun korkusu frenler, onlar kanundan kaçabildikleri ölçüde hırsız, haksızlık, bedavacılık, çalışmadan kazanmak, en güzellere kendini layık görmek, en iyi imkanları kendilerinin kullanması için her gayri meşru şeyi kendilerine meşru sayarlar.

İslam dini ise insanın dünyaya gelişini “Fani dünya- geçici dünya” ifadeleriyle açıklarlar. Bu dünyanın insanlarla eşitlik, emeğe göre hak ediş, kul hakkına bulaşmama, hak etmediğine el uzatmama, kamu hakkından kaçınma, meşru işlerde çalışarak kazanç sağlama, yardımlaşma, hediye ve hibe etme, tasadduk etme gibi amaçları yaşama ve yaşatmak için dünyaya geldiklerine inanırlar. Bu inancın kaynağını da K. Kerim ve peygamberimizin öğretilerine dayandırırlar. Bu dünya hayatı bitiminde başlayacak ahiret hayatının ise çok adil ve çetin olacağını bildikleri için, dünyalarını tedbirli ve Müslümanca yaşarlar.

Her meslekte esas amaç hizmettir. Bir ticaret erbabı, ticaret nedenini ahlaklı olduğumuz dönemlerde şöyle açıklardı; ‘Çevremde insanların elbiseye, ayakkabıya, gıda maddelerine, tamiratlık işler, ziraat ürünlerine, hayvansal ürünlere vs. ihtiyaçları vardır. Ben bir Müslüman birey olarak mesleki becerilerimi bu insanlar için ortaya koyup, en güzel şekilde ihtiyaçlarını karşılamam lazım. Bu insanları memnun edecek işler üretmeliyim. Bu işleri de yaratan Allah’ın rızasını kazanmak, ahiret hayatıma bir derece eklemek için yapmalıyım’ diye inanırdı. Ancak bu yaptığı işler için de kendi geçimini sağlayacak bir bedel ve kar koyarak işini yaparak, aile ve sosyal hayatını da sürdürürdü.

Bu bakış açısı, esnaf arasına aç ve oburca bir rekabeti ortadan kaldırır, doğal süreçte bir hayat yaşamayı insana sunardı. İnsan işini yaparken, komşusunu da ziyarete gider, hastalara, cenazelere, düğünlere kısaca sosyal işlere de katılmayı ihmal etmezdi. Böylece toplumda her işin temelinde komşusunu, ailesini, arkadaşını, çevresini memnun etmek için çalışan insan modelleri vardı toplumda.

Çok kazanmak yerine, bereketli bir kazanç hedeflenirdi. Çok parası olmaktan korkar, zenginliğin şımartıcılığından sakınırlar, namerde muhtaç olmayacak kadar olsa bile buna razı olmayı da bilirlerdi. Çok kazandıklarında bu kazançlarıyla vakıf müesseseleri kurar, hayrı hizmetlere cömertçe destek olurlardı. Az var iken de verirler, gönülden verdikleri bir ekmek parasının bile bereket olarak büyük boşlukları dolduracağına inanırlardı. Her meslekte, sanatta ana bakış açısı buydu Müslümanların.

Şimdi, heyhaaat...

Allah muhafaza. Kapitalizm bütün Müslüman beyinlerini iğdiş etti. Para da para demeyen Müslümanı ayıplıyorlar. Markaları takip etmeyen, moderniteye uymayan, modayı takip etmeyen, israfa gömülmeyen, para kazanmak için tüm ahlaki değerleri silindir gibi ezip geçen Müslümanlar!..

Bereket, sadaka, zekât, vakıf, hayır hizmetler gibi toplum yararını unutan bu Müslüman bozuntuları toplumun her alanını istila etmiş durumdadır. Bu şekilde köklerinden ayrılan Müslümanlar, dün savaştıkları gayri ahlaki değerlerin savunucuları konumuna düşmüşler, gavur dedikleri zihniyeti hayat tarzı olarak benimsemişlerdir. Hem Müslümanlıktan vaz geçememek de hem de gavurluktan.

Bu iki seçenek arasında bocalayan bu yeni yetme Müslümanlık anlayışı, aynı zamanda çok da kötü örnek olmaktadır. Bu dünyevileşmiş materyalist anlayış, aynı zamanda da kapitalizmin israf ekonomisinin de kölesi olmuştur. Kazanmamın sınırı yok. Bir yıl içerisinde bir çalışanın maaşı 10 bin liradan 30 bin liraya yükselse, çalışan bununla asla yetinemiyor ve maaşının çok yetersiz olduğunu düşünüyor. Halbuki üç kata çıkan maaşından israfları çıkartsa yeterliliğini görecektir.

Bu gidişin en acı yanı, bodoslama ilerleyen bu dünya hayatı ecele aniden tosladığında her şeyin anlamsızlığı ve ebedi hayat için hazırlıksız yakalanışımızın ıstırabı bu tiplerin en acınacak yanıdır, ki hepimiz bu konuda bu kayığın içinde bulunuyoruz maalesef.

Allah hepimize akıl, iman, merhamet ve dinimizin değerlerine uyabilme yeteneğini nasip etsin. Âmin.